bolatunsal @ windowslive.com

 
Benim Endüstri Meslek Lisesinde okuduğum bin dokuz yüz yetmişli yılların ikinci yarısında, en zeki öğrenciler meslek liselerine giderlerdi. Meslek liseleri o yıllarda sınavla öğrenci alırdı. Çünkü rağbet çok fazlaydı. O eğitim öğretim yılı başında okula, örneğin yüz elli öğrenci alınacaksa, en az beş altı yüz öğrenci sınava girerdi. Çünkü Endüstri Meslek Lisesi okuyan bir öğrencinin geleceği daha garanti altındaydı. Teknik elaman olduğu için devletin kurumlarında iş bulması daha kolaydı.
Okumak isteyen öğrenci içinse, mimarlık ve mühendislik fakülteleri, Endüstri Meslek Lisesi mezunlarına öncelik tanıyordu. Okulun teknik öğretime dayalı olması ve öğrencinin lise düzeyinde teknik resmi öğrenmesi bu önceliğin temel sebebiydi. O yıllarda bilgisayarlar yoktu, mimari çizim programları da yoktu. Çizimlerini yatay masalar üzerinde T cetveller ile yapmak zorundaydı öğrenciler.
Endüstri Meslek Lisesine giremeyen öğrenciler Ticaret Liselerine yönelirler, oraya da giremiyorlarsa mecburen düz lise okurlardı. Aradan geçen uzun yıllar bu tabloyu tam tersine çevirdi. Günümüzde meslek liseleri, öğrencilerin tercih etmediği bir konuma düştü ya da düşürüldü. Çünkü meslek lisesini okuyan bir öğrencinin geleceği yok. Eğitiminin, öğretiminin ona kazandırdığı üstün bir değer yok. Tam olarak böyle olmasa bile, öğrenci böyle düşünüyor. Meslek liselerinin sayılarının çoğalmış olması, bu okulların niteliklerinin olması gerektiği gibi olduğunu göstermez. Mesleki eğitimleri, sadece kara tahtaya yazıp çizerek veriyorsanız ya da günümüzdeki yöntem ile haftada iki gün okul, diğer dört gün staj yöntemi ile üstelik yetersiz koşullarda öğrenciye meslek öğretmeye çalışıyorsanız bu çocuk kendini tam olarak geliştiremez.
 
Sekiz yıllık eğitimin bir çocuk için yetersiz olduğunu uzun yıllardır savunan bir insanım. Lise düzeyi de zorunlu eğitime dâhil edilmeli. Hatta her Türk genci mutlaka bir fakülte bitirmelidir bana göre. Çünkü toplumların kalkınması bilgili ve bilinçli nesillerle gerçekleşir. Cahil insan; ne zaman nereye çarpacağı ve ne oranda hasar açacağı belli olmayan başıboş tehlikeli bir mayın gibidir. Gençler ne kadar eğitimli, bilinçli, bilgili ve kültürlü olursa, toplumun gelişmişlik düzeyi o oranda artacak daha sağlıklı olacaktır.
Ancak geldiğimiz noktada gelecek planlaması yapılmayan/yapılamayan bir eğitim sistemi günümüzdeki kargaşayı doğurmuştur. Bir tarafta milyonlarca üniversite mezunu genç işsiz, diğer tarafta kalifiye elaman bulamayan teknik işler gurubu. İmalat gurubu. Üreten kesim. Yakın gelecekte eli anahtar tutan, pense, tornavida tutan, makas tutan kalifiye elaman bulunamayacaktır. Eğer acele önlemler alınıp bu yanlıştan dönülmezse.
 
Eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı, en son adıyla ve şekliyle de, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan Strateji ve Bütçe Başkanlığı; ülkemizin geleceğini kurtaracak olan kalifiye ve teknik elaman yetiştirecek sistemi kurmazsa korkarım ki üretime katkı sağlayacak elaman ithal etme gerçeği ile de yüz yüze geleceğiz. Er geç bu acı gerçekle karşılaşacağız.  
Devletin veri tabanında hangi iş kolundan kaç meslek mensubuna ihtiyaç olduğu bilgisi vardır. Kaç kişi emekli olacak, artan nüfus doğrultusunda kaç yeni iş erbabına ihtiyaç duyulacak bunların hesaplamalarını yapmak çok zor olmasa gerek. Bu bilgiler doğrultusunda üniversite eğitimine başlayacak gençlerin tercihleri ne olursa olsun, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bu gençleri, o iş guruplarına yönlendirmek çok zor olmasa gerek. Gelişmiş ülkeler uzun süreli gelecek planları yaparak ilerliyorlar. Daha biz beşer yıllık yaptığımız planları tutturamıyoruz. Bu yıl yaptığımızı bir yıl sonra bozuyoruz bu yöntemle de başarıya tabi ki ulaşamıyoruz.
Eğitimci değilim. Sistem kurmak, uzun vadeli eğitim öğretim planları yapmak, eğitim uzmanlarının işi. Ancak ben gördüğüm ve gözlemlediklerim doğrultusunda bir şeylerin yanlış yapıldığını, ihtiyaçlara dayanarak ifade etmeye çalışıyorum.
Her öğrenci tıp okumak zorunda değil, tercihi bu olsa bile. Her örgenci mimar, mühendis, avukat ya da öğretmen olmak zorunda değil tercihleri bu olsa bile. Sistem ihtiyaçlar doğrultusunda, bilimsel yöntemlerle öğrenime başlayan gençleri yönlendirmelidir. Çocukların diş göllesi, (diş hediği, diş buğdayı) çağında mesleklerini seçtikleri yöntemle değil. Eski tanımlamayla ilköğretim dediğimiz düzeyde, çocukların eğilimleri bilimsel testler ve yöntemlerle belirlenmeli ve o doğrultuda eğitim, öğretim almaları sağlanmalıdır.
 
Eskiden Meslek liselerinde tam gün eğitimler verilirdi. Yarım gün dersler, diğer yarım gün uygulamalı atölye. Ama meslek liseleri makine ve takım yönünden çok donanımlı okullardı. Okullar, dışındaki atölyelerin çoğunluğunda rastlayamayacağınız takımlar mevcuttu okul atölyelerinde. Her ildeki bir meslek lisesine o günün şartlarında bu atölyeler kurulmuş. Artan öğrenci oranına göre bu meslek liselerinin sayısı olması gerektiği kalitede belki çoğaltılamadı. Belki bu yüzden de meslek liseleri yetersiz kaldı, yetersiz kaldığı için de öğrencilerin tercihi olmaktan çıktı. Biz günümüz koşullarında yeterli teknik donanımda meslek liselerini kuramıyorsak, özel sektörün elindeki atölyelerden yararlanmak mümkün. Bu gün olduğu gibi, öğrenci eğitimini iki tam gün okulda alır. Geri kalan dört gün öğrenimini özel sektörün işlettiği atölyelerde tamamlar.  Bir başka yöntem, öğrenci yoğunlaştırılmış eğitim ile derslerini dört ay içersinde alır, geri kalan sekiz ay işyeri mesleki eğitimini alır.  Buna da belirli ölçüler getirilebilir. Öyle her kursiyer öğrenciyi, isteyen sanayiciye öğrenci vermeyebilirsiniz mesela. Öğrencinin eğitim öğretim aldığı mesleki dalda, gerekli makine ve takımların en az yüzde yetmiş beşine sahip atölyelere öğrenci verirsiniz ki; hem çocuk donanımlı bir atölyede yetişir, hem de makine, takım ve donanım yönünden yetersiz olan iş yerleri atölyelerini zenginleştirirler. Kendilerini geliştirirler.
 
Çocuğun eğitimi evrensel bilgiler doğrultusunda geliştirilirken, uygulamalı olarak mesleki becerileri de aynı oranda iyileştirilmelidir. Hangi meslek mensubu olursa olsun, her öğrencinin okulun dışında alabileceği eğitim sahaları vardır. Her iş yeri aynı zamanda bir okuldur. Her işyeri sahibi de bir öğretmendir.
Çocuğun mesleki eğitimleri de seviyelere ayrılabilir mesela. Eğitim öğretim süresi içersinde, öğrencinin yetenekleri doğrultusunda iş hayatına hangi seviyeden başlayabileceği, başarı düzeyine göre belirlenebilir. Çocuk vardır çok yeteneklidir, okulunu bitirdiğinde usta düzeyinde işe başlar. Çocuk vardır süper zekidir okulunu bitirdiğinde müdür veya şef düzeyinde işe başlar. Bu seviye tasnifi aynı zamanda öğrencinin bir gün kendi işini kurma yetkisine kadar düzenlenebilir.
Bir tezat daha var. Ustalık belgesi olan bir ustaya belirli yıllar sonunda, eğitici ustalık belgesi verilirdi. Eğitici ustalık belgesinin anlamı öğretmenliktir. Eğer bir ustaya öğretmen sıfatı veriyorsanız ve öğretmen sıfatı verdiğiniz ustanın yetiştirdiği çırak veya kalfanın belgelendirmesinde ustanın hiçbir şekilde bilgi ve görüşüne başvurmuyorsanız sisteminizi yeniden masaya yatırın bence.
Öyle bir zaman dilimi içersindeyiz ki, artık; “Çırak Aranıyor!” tabelaları işe yaramıyor. Bir devir kapanmak üzere. Siz aklı başında çocuk sahibi anne babalar, siz, siz olun çocuğunuzu üniversite mezunu işsizler ordusuna dâhil etmeyin. Gelecek yıllar teknik elamanların hat safhada ihtiyaç duyulacağı yıllar. Günümüzde asgari ücret ile on beş personelin işe alınacağı bir ilana, üç bin kişi başvuruyorsa; net aylık kazancı asgari ücretin iki katı olan bir teknik işe hiç başvuru olmuyorsa, oturup uzun uzun düşünmemiz lazım. Nerede ne hata var. Doğrusu nedir?
Sayın yetkililer meslek liselerini eski önemine kavuşturun, özendirin, teşvik edin. Yoksa ülkemizin geleceği karanlık bir tünele girmek üzeredir. Üreten nesil yok olmak üzere. Toplumu tüketim asalaklığından kurtarmanın yolu, üretimin önündeki engelleri kaldırmaktır.