ozlemonder1982 @ gmail.com

İki tarafında kale kapıları gibi demir kapıları olan asırlık Akarman Taşköprü'de her adımında ayaklarının altında ezilen kuru toprak ve yaprak parçalarının çıkardığı hışırtıları dinleyerek yürüyen kadın köprünün tam ortasına geldiğinde aniden durup kenardaki duvarlara yöneldi. Derin bir nefes alarak kafasını gökyüzüne kaldırdığında gecenin ve sisin hiçbir ışığa geçit vermemek için ant içtiğini anlamıştı. Aşağıda akmakta olduğunu bildiği ancak henüz göremediği ırmağı ararken aniden ‘Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek, ve bir gün büsbütün ölecek. Çünkü birini sevmeyi bıraktığında içinde ölmeye başlar.’ diyen birinin sesi ile irkilip durakladı. Sisli ve puslu bir havaya serin bir esintinin eşlik ettiği gece gri mat bir rengin hakimiyeti altındaydı. Bir başkasının da orada olduğunu bilmek birden paniklemesine, yeterince gergin ve yorgun bedeninin büsbütün kasılmasına yol açtı. Oysa ki o yine kendini görünmez ve yapayalnız hissediyordu. Temkinli bir şekilde birkaç adım daha atıp sesin geldiği yere doğru yaklaşınca durdu. Durdu durmasına da havadaki sisin yüzünden kimseyi göremiyordu.
 ‘Kim var orada; sen de kimsin? Dedi.
 Gelen ses onunla çok da ilgileniyor, konuşuyor gibi değildi sanki. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. O an garip bir şaşkınlıkla neler oluyor diye düşünmeye devam ederken, seslerin hiç kesilmediğini anlayınca susmayı ve dinlemeyi tercih etti.
 O ses; ‘Şştt sana diyorum! Dibe vurdun dibe. Eeee neymiş her zaman gemi batmaz bu sefer sular çekti azizim, bu duyguyu bilir misin?’ diyordu yorgun bir ses edasıyla. Bu sözlerin üzerine derin bir düşünce sardı bütün beynini, adeta sorgulamaya başladı kendini. Bütün bunlar gerçek miydi? yoksa uyuyordu da bir rüyanın içinde miydi? Aslını sorarsan şu an bir başkasını çekecek havada da değildi. Kimse de umurunda olmamalıydı. Öte yandan duydukları da öyle yabana atılacak türden değildi hani. Duyduklarından çıkarımları sesin sahibinin kendince son çırpınışları ve sonunda kaybettikleri gibiydi, ama neyi? Niçin? Ne olmuştu da diye düşündü. Kendisi de bu hayatın içinde kendinin oyuncak haline dönüştüğünü dünyanın yaşamaya değer bir yer olmadığını, yeryüzünün tek çıkış yolu ölüm olan dev bir labirent, herkesin ise bu karmaşadan kurtulmaya çalışan minik deney farelerinden başka bir şey olmadığı düşüncesindeydi. Artık kendisinin neden köprünün üzerinde olduğunu unutmuş gizli tutmak için çabaladığı tüm sırları açığa vurmak, onunla konuşmak, dertleşmek yardım istemek hevesi uyanmıştı. Kesinlikle çok haklısın sana katılıyorum o yüzden buradayım zaten diye geçirirken içinden bunu ona söyleme istediği halde düşüncelerinin kendi dipsiz çukurunda dönüp durmasını sözcüklere dökülmemesini yeğledi.
Artık sesin sahibini iyice merak etmeye başlamış ve siluetini görmek için acele edercesine adımlarını sese doğru hızlandırmıştı.         Neredeyse köprünün başına gelmişti ama hala kimseyi göremiyordu. Büyük bir şaşkınlıkla yanlış yöne geldim herhalde diye düşündü. Ama ses o yönden gelmemişti halbuki, yine de anlamlandıramadı. Sesin esintinin yüzünden yankı yaptığı için bu yöne doğru duyulduğunu düşünerek köprünün diğer ucuna geri döndü.
 Aşağıdan akmaya devam eden azgın nehrin önüne kattığı, her şeyi sürükleyip götüren bulanık suların delirmişçesine çıkardığı ses ve bir de o ses. Köprüyü bir baştan bir başa defalarca yürüse de duyduğu sesin siluetini göremeyen kadın artık yorulmuş ve pes etmişti. Sadece sesi dinlemeye odaklanmıştı artık. Bütün gece bilinse dillere destan olacak bir hikâye dinledi kadın. İşte böyleydi dedi o ses, kadınsa hikâyeyi nefes almadan dinlemişti. Bütün gecenin sessizliğinde tek dinleyen de oydu. Bu sefer kendisi konuşacaktı cesareti yerine gelmişti ve sorular soracaktı ki!
 O ses; Sus ve beni dinlemeye devam et dedi.
 Mumu eriten bağrına bastığı fitildir.  Bütün gece ben konuştum sen dinledin. Göz gözü görmese de gözünden akan yaşları, yüreğindeki yanan ateşi ben gördüm, ruhunun adeta kuşlar gibi çırpınışını izledim ve içinde kopan kasırgaları hissettim artık susma cesaretini topla ve cevap ver. Onun yüreğine yük olduğunu bilseydin yine de bu kadar sever miydin?  Kendinden vazgeçer miydin? Herkese ve her şeye inat bu kadar ısrarcı olur muydun? diye sordu.
Kadın ise ne cevap vereceğini düşünmeden artık kendini akışa bırakarak sessiz ve mahcup bir ses tonuyla ‘’olmazdım’’ diye cevap verdi.
 Öyleyse bu ısrar nedendi? diye ikinci soru da geldi.
‘ Gönül sabır ile harman olmadan, nasip ile buluşmazdı’ da ondan diye cevap verdi. Daha tok bir sesle.
Peşin sıra bir soru daha geldi.
           Şu an hangi yoldasın nereden geldin nereye gidersin, bir yönün var mı? Dedi.
‘Yolumu, yönümü bilmem de tek hissettiğim hani birine yol sorarsın da çok yanlış yere geldiğini söylerler ya, işte bu aralar o yoldayım.’
 Öteden gelen tılsımlı ses devam etti, ‘’Öyleyse bak gözleri buğulu kadın. Çalı bile incitmez kendisine sığınan kuşu. Denk geldiğin kalbe bak. Al şu aynayı eline, bir kendine bir de kalbine bak. Unutabilecek kadar güçlüyken unutmaya kıyamayacak kadar çok sevmişsin. Seni aramaz belki ama sendeki yerini arar. Ben bunu bilir, bunu söylerim. Boğazına düğümlenen hıçkırıkları serbest bırak ve için yana yana gereğini yap’’ dedi.
 Güneş; sabahın ilk ışıklarını gökyüzüne bırakmak için hazırlanmaya başlamıştı artık. Kadın ise köprüden aşağı bakarak azgın nehrin bulanık sularına avazının çıktığı kadar ‘Öyle bir ikilemde bıraktın ki beni, sevmedi desem nankör, sevdi desem yalancı olacağım.’ Rabbim şimdi ne yapayım? diye ağlarken;
 O ses; Tekrardan gereğini yap deyince,
 Kadın ‘Adını bir daha anmayacağıma nasuh tövbesi ederim’ dedi.