bolatunsal @ windowslive.com

 
Bu dünyadaki en vahşi yaratık insandır. Hiçbir canlı kendisine zarar vermeyene dokunmaz. Ama insan her canlıya her nesneye saldırır. Her şeyi tahrip eder, canlı cansız karşısına çıkan her şeyi yok eder. İnsanın dışındaki canlı türlerinin yaşadığımız dünyayı kirletmek gibi sorunu da yoktur. Ama insan dünyayı cehenneme çeviren tek varlıktır. Bununla da kalmaz dünyanın kendisini yenileyebilecek döngüsel sistemine de müdahale eder. Fırsat vermez doğaya, açtığı hasarı doğa kendisi telafi etsin. Fırsat vermez doğaya kendi yaralarını kendi tedavi etsin.
İnsanlar bu dünyanın sadece kendileri için yaratıldığını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Bu dünya bizim olduğu kadar da hayvanlar âleminindir. Bu dünya bizim olduğu kadar da bitkiler âleminindir.  Kendi varlığımızı sürdürebilmek için, diğer canlıları yok sayamayız. Saymamalıyız. Sayarsak günün birinde bedelini fazlası ile öderiz. Biz hayatımızı sürdürebilmek için her şeyi kendimize hak görmeye devam ettiğimiz sürece, gün gelecek, günümüzdeki dünyayı bile çok arayacağız bu gidişle.
 
Dünya hızla kirleniyor. Kara parçaları kirleniyor. Denizler kirleniyor. Gökyüzü kirleniyor. Yer altı kaynaklarımız kirleniyor. İnsanın erişemeyeceğini sandığınız dağ başlarında, ıssız ormanların içersinde veya hiç ummadığınız herhangi bir coğrafyada mutlaka bir insan izine rastlarsınız. Ya bir pet veya cam şişe atmıştır. Ya da herhangi bir tüketim maddesinin ambalajını atmıştır. Üstelik doğada çözülmesi çok çok uzun yıllar alan ambalaj atıklarıdır doğaya bırakılanlar. Kimisi de alüminyum içecek kutularını atar sağa sola, özellikle yol kenarlarına. Atma diye uyarsanız hemen savunması hazırdır. “Garibanlar topluyor harçlıklarını çıkarıyor. Bu teneke kutulardan geçimlerini sağlayanlar var.” Bu cevap karşısında neredeyse sizinde teneke kutuları yol kenarlarına atasınız gelir.
Bir de şişeleri atmakla kalmayıp, sağa sola çarpıp kıranlar var. En kötü canavar onlar. Hiç düşünmeden ormanlık alanlarda kırdıkları şişeler, aşırı sıcağın olduğu güney bölgelerinde birer çakmağa veya kibrite dönüşmekte ve orman yangınlarına sebebiyet vermektedir. Çıkan yangınlarda birçok canlının yaşamı son bulmaktadır. Bir de yanan bölgelerin yeniden yeşillenmesinin yıllar aldığını düşünürsek, aptalca bir davranışın nelere mal olduğunu sanıyorum anlamak daha kolay olur.
Hafta sonları ailecek gidilen deniz kenarlarındaki mesire yerlerimiz ne yazık ki bir çöplükten farksız. Eğlenmek, dinlenmek için gittiğimiz deniz kenarlarını, denetimsiz sahilleri çöplüğe çevirmekte oldukça hünerliyizdir. Yeriz içeriz midemize doldurabildiklerimiz bizimle eve geri döner çoğu zaman, yiyip içemediğimizi de oturduğumuz çevreye bırakır geliriz. Sanki bizden sonra bir başkası oraya gelip oturmayacak. Sanki birilerinin görevi bizim çöplüğe çevirdiğimiz mesire alanlarını temizlemek. Kendimiz kirletiriz ama gittiğimiz bir yerde çöp bulduğumuz zaman da kızarız.
Bir de çekirdek çitletip de kabuğunu deniz kenarlarında kumların çakılların içine atıp dönenler var. Çakılın içersinde şişe kırıp cam parçalarını bırakanlar var. Bunları özellikle kırıp bırakıyorsanız derdiniz ne. Kazara kırıldıysa neden cam parçalarını tek tek toplayıp çöpe atmıyorsunuz. Çitlettiğiniz çekirdeklerin kabuklarını başka bir çöp poşetinde toplayıp eve dönünce çöpe atmak çok mu imkânsız. Mesire alanlarına yanınızda fazladan bir çöp poşeti daha götürmek çok mu maliyetli geliyor. Çöpünüzü çöp torbasına toplayıp getirip çöp bidonlarına atmak çok mu olanaksızdır. 
Birisi gelip çöp kovasını sizin yaşam alanınıza boşatsa kızarsınız değil mi? O halde siz çöplerinizi başka canlıların yaşam alanlarına neden bırakıyorsunuz? Yediğiniz çekirdeklerin kabuğunu halınızın üstüne atıyor musunuz? Ya da karpuz kabuğunu mutfakta seramiğin üstüne atar mısınız? Veya sigaranızın izmaritini yatak odanızın sağına soluna fiske ile fırlatmıyorsunuz?
Bunlar buz dağının görünen yüzeyleri. Sizin ya da bir başkasının etrafına bakındığında gördüğü kirlilikler. Bir de göremediğiniz kirlilikler var.
 
Göremediğiniz, bir başka deyişle sadece konunun uzmanlarının görebildiği kirlilikler var. Son zamanlardan aşinasınızdır, en sonunda Marmara denizi isyan etti. Artık, sanayi atıklarının yükünü taşıyamaz oldu. Marmara denizini o kadar çok kirlettik ki, deniz altı doğal yaşam yok oldu. Denizin kendisini temizleme fırsatını bile vermedik. Yanlış avlanmalar deniz altının döngüsel sistemini bozdu. Vurdumduymazlığımız felaketin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Özellikle yaşam yoğunluğunun olduğu kıyı kentlerinde daha büyük bir tehlike bizleri bekliyor. Kentlere kurulan arıtma sisteminin arıtıldığı iddia edilen atık suları; derin salınım (deşarz) dediğimiz borular ile kıyılardan birkaç kilometre ötelere denizlerimizin derinliğine bırakılıyor. Atık suları, her ne kadar arıttığınızı iddia etseniz bile,  bu arıtma işlemi sırasında kimyasallar kullanılmıyor mu? Bu kimyasallar denizin içersindeki doğal yaşamı etkilemiyor mu? Kaldı ki arıtılan pis suyun içersindeki kimyasalları ne denli arıtabiliyoruz? Dalgıçların ve su altı araştırmacıların, konunun uzmanı bilim adamlarının ifadelerine göre çok uzak değil yakın bir gelecekte pırıl pırıl kıyılarımızı da kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Çocukluğumda sabah erken kalkar, olta takımımı alır Çamyuva sahilde veya Karaburun kayalıklarda, sabah kahvaltı saatine kadar birkaç saatte iki üç kilo yiyeceğimiz balığı tutardım. Günümüzdeki kıyı avcılarının o günlerdeki birçok balığı avlayabildiklerini sanmıyorum. Bilinçsiz tarım ilacı kullanımı ve acımasızca yapılan avlanmalar karadaki canlı çeşitliliğini de tehdit ediyor. Sürekli yok ediyoruz.
 Yaşam koşullarımız değişiyor. Yeni teknolojiler hayatımıza giriyor. Hayatımız kolaylaşıyor ama geleceğimiz tükeniyor. Bu cehaletten doğan cüretkârlık nereye kadar sürecek? Kim çıkıp gittiğimiz yolun yol olmadığını kafamıza vurarak bize hatırlatacak?
 
Ağaç yaşken eğilir diyor ya atalarımız, bu defalarca kanıtlanmış bir atasözüdür sanıyorum. Çünkü yetişmekte olan bir çocuğun aklını nasıl bir bilgi ile doldurursanız yaşadığı sürece öğrendiği doğruların izinden yürüyor. Bizim öğrencilik yıllarımızda okullarda Ahlak dersi de vardı. Günümüzde din odaklı bir eğitim uygulanmaya çalışılıyor çocuklara. Yanlış bilmiyorsam günümüzde Ahlak diye bir ders yok. Oysa ki unutulan bir şey var Ahlak tekdir, din onlarca belki de yüzlerce. Az daha derine inecek olursak, bütün dinlerin temel dayanağı da Ahlak değil midir? Başkasına zarar verdiği için, kendi hayatına son verebilen Japon felsefesi Ahlaktır. Zira Japonlar bizim kadar dindar değiller bildiğim kadarıyla.
Okullarda çocuklarımıza matematikten önce çevre bilincini öğretmeliyiz bence. Etrafına zarar vermemeyi öğrenmeli bir çocuk. Sokaklara çöp atmamayı öğrenmeli. Ortak yaşam alanlarının nasıl kullanılacağını öğrenmeli. Doğayı çöplüğe çevirmemeyi öğrenmeli, bu dünyanın sadece kendisinin değil, daha birçok canlının da ortak malı olduğunu öğrenmeli mesela. Kendisinin bir egemen değil, bir yaşam paydaşı olduğunu öğrenmeli. Sadece kendisinin yaşamını sürdürmesinin, bu dünya için yaşanılabilir sonuç doğurmadığını öğrenmeli mesela. Önce yaşam bilincini ve felsefesini oturtan bir çocuk; kendini bilimsel düzeyde geliştirecek bilgi ve beceriyi elde eder zaten.
Bir çocuğa okuma yazmadan önce çevre bilinci öğretilmeli ki, kendisinin yara alan sağlıklı hayat koşulları iyileşebilsin. Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakalım.