kbulutt @ gmail.com

REFERANS İSTEYENLERE !..

Hayata dair ilk olarak, Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Karahisar Köyü’nde, kar, kıyamet bir kış günü, kerpiçten evimizin önünde toplanmış ağlaşan bir kalabalık ve o kalabalığın içinde sahipsiz, üç dört yaşında bir çocuk olarak soğuktan tir tir titrediğimi hatırlıyorum.
Babamı, kocaman bir tahtanın içine koyup, karları yara yara köyün ilerisindeki mezarlığa götürdüler.


Onu bir daha asla görmedim.
Yüzünü hayal meyal hatırlıyorum.
Bir süre sonra, bir yaşındaki kardeşimin havale geçirmeye başladığını, Gürün’de bir Hoca’ya götürdüklerini; Hocanın, ona üçgen şeklinde siyah bir muska yazdığını ama kardeşimin havale geçirmeye devam ettiğini hatırlıyorum.
Birkaç hafta sonra bende ateş, bulantı, kusma sonrasında şuur kaybı da olunca öleceğime kanaat getirip babamın mezarının yanına küçük bir mezar kazdıklarını, ama on yedi yaşındaki ağabeyimin,


“Bir umut! Kardeşimi doktora götüreceğim” dediğini hatırlıyorum. Köyden bir telis torbanın (şeker torbasının) içine konulup, akrabadan birisinin sırtında, bir metre karın içinde bayırlardan, dağlardan Gürün’e, oradan da tam on yedi saatte Kayseri’ye vardığımızı; Kayseri’de köhne bir hastanede menenjit tanısıyla yattığımı ve bana sürekli iğne yapıldığını hatırlıyorum.


Bazılarının Annem’e: Henüz çok genç olduğunu, bizleri Sivas’ta yetimhaneye bırakmasını, kendisinin de yeniden evlenmesini telkin ettiğini; Bu süreçte annemin bizden soğumak için bizleri hiç kucağına almadığını, sevmediğini ve sürekli ağladığını hatırlıyorum.
Sonraki yıllarda varsıl komşularımızın zekatlarını bize verdiklerini, bazen meydandaki top sahasının kenarında, nur içinde yatsın- Baki Dede’nin cebinden çıkardığı küçük bozuk para kesesinden bana 1 lira veya 2.5 lira harçlık verdiğini hatırlıyorum.


Haşarı ve yaramaz bir çocuk olduğum için ailemin beni, biraz da başlarından savmak için, bir yıl önceden ilkokula gönderdiklerini, okulu çok sevdiğimi hatırlıyorum.


Köyümüzde elektrik olmadığı için iki gözlü, toprak evimizin yoksul penceresinin önünde, Sivas’ın ayazında camlarda oluşan kristal buz desenlerinin büyülü soğuğunda, inatla ders çalıştığımı hatırlıyorum. Öğretmenim Mustafa BULUT Bey’in, okuldaki bütün öğrencilere karşı ben tek başıma olacak şekilde bilgi yarışması yaptırdığını ve her defasında kazandığımı, hatta benim gibi zeki olsun diye küçük oğlunun kafasına üflettiğini hatırlıyorum.
İlkokul beşinci sınıftayken öğretmenimin, Annem’e:
Çok başarılı bir öğrenci olduğumu, bu nedenle devlet parasız yatılı okulu sınavlarına girmem için beni ilçeye götürüp vesikalık fotoğraflarımı çektireceğini, masrafları kendisinin karşılayacağını ama velisi olarak sınava girmem için bir evraka imza atması gerektiğini söylediğini; ancak annemin imzası olmadığı için kâğıda parmağını bastığını hatırlıyorum.
On, on bir yaşlarımda nohut tarlalarında, öğlen vakti bir tas bulgur pilavı yiyerek, güneşin anlında sabahtan akşama kadar ırgatlık yaptığımı; Irgatlıkla ömrüm geçip gidecek derken, onca talihsizliğin içinde okulların açılmasına bir gün kala akşam geceye evrilirken, nohut tarlasından eve geldiğimde bir mucize olduğunu hatırlıyorum:
Baytar gelmiş köye.
“Bu köyde bir çocuğun kağıtları uzun zamandır Hükümet Konağı’nda bekliyordu. Aldım, yanımda getirdim. Gitsin okusun çocuk.” diyerek âlicenaplık yapıp evrakları bizim eve gönderdiğini hatırlıyorum.
Annemin:
“Oku, hayatını kurtar oğlum! Emanetin Allah’a” dediğinde sevinçten havalara uçtuğumu, hemen o gece, beni apar topar, hakkım yanmasın diye Sivas’tan Bilecik’e yatılı okula gönderdiğini; O gün hayatımda ilk defa ayağıma kara lastikten (cizlavet) başka bir ayakkabı giydiğimi hatırlıyorum.
Henüz on bir yaşında, ailesinden ayrılmış olanlar dışında hiç kimsenin asla anlayamayacağı ve tahayyül edemeyeceği günler…
Yatılı okul pansiyonunda her gece yorganı kafama geçirip, ailemin beni buraya terk edip unuttuğuna inanarak, kendi ölümüme ağladığımı hatırlıyorum. İstiklal marşını şiir şeklinde okuyamadığım için ellerimde cetvel kıran öğretmen hatırlıyorum.
Ne zorbalıklar, ne eziyetler, neler neler hatırlıyorum…
Aradan bir süre geçti ve birinci yazılı imtihanlar yapıldıktan sonra ellerimde cetvel kıran öğretmencik dahil sınıfa gelen her öğretmenin yazılı sınavlarını açıklamadan önce mutlaka
“Necati BALAMTEKİN kim?” diye sorduklarını, bir daha da adımı asla unutmadıklarını hatırlıyorum.
Zaman içerisinde her branştan onlarca öğretmenimin beni evlatları gibi sevdiğini, annem, babam gibi desteklediklerini hatırlıyorum.
Her birinin adını ve iyiliklerini mıh gibi tek tek kalbime ve aklıma yazdığımı, hala ne zaman bir öğretmen ile karşılaşsam ayağa kalkıp önümü iliklediğimi hatırlıyorum.
Gülhane Askeri Tıp Fakültesini kazanıp Ankara’ya geldiğimde herkesin yanında babası sağlık raporu, mülakat ve kayıt için koştururken, ben kendim, tek başıma, her işimi hem de herkesten daha çabuk nasıl yaptığımı hayretle hatırlıyorum.
Zamanında, başarıyla Askeri Tıp Fakültesini bitirip tabip subay olduğumu, eğitim öğretim hayatım boyunca bir kere bile hiç kimsenin hiçbir törenime (mezuniyet vs.) gelmediğini/ gelemediğini hatırlıyorum.
Tıp Fakültesi 3. Sınıfta Çocuk Hekimi olmaya karar verdiğimi, bu kliniğe önce asistan, sonra başasistan ve sonra Hoca olacağımı söylediğimi hatırlıyorum.
Tıpta uzmanlık sınavında çok yüksek bir puanla ilk tercihim olan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzmanlık yapma hakkı kazandığımı, çok başarılı bir asistanlık dönemi geçirdikten sonra uzman olduğumu.
Meslek hayatım boyunca gerek ana dal gerek yan dal alanındaki tüm hocalarımın beni evlatları gibi sevdiklerini ve desteklediklerini hatırlıyorum.
Verdiğim her sözü kelimesi kelimesine tuttuğumu hatırlıyorum.
Babam hayatta olsa benimle gurur duyardı.
Tıbbiye dördüncü sınıf öğrencisiyken, rahmetli annemin bana, tüm hastalara karşı özellikle de garip ve kimsesizlere karşı merhametli olmamı söylediğini hiç unutmadım, çok iyi hatırlıyorum.
Bunca yıllık meslek hayatım boyunca, bir kere bile bir insanı küçümsediğimi, kötü davrandığımı, bir hastayı veya hasta yakınını azarladığımı, bir hastanın bile odamdan bana sitem ederek çıktığını hatırlamıyorum.
Beni, yoksul bir yetimken Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünden alıp tam on iki yıl boyunca yatılı okullarda her ihtiyacımı karşılayarak okutan ve bu günlere gelmemi sağlayan Yüce Türk milletine borcumu hiç unutmadım.
Nereden geldiğimi çok iyi hatırlıyorum.
Kadro için referans istendiği söyleniyor. Ben de sizin çocuklarınız ve benim çocuklarım gibi akademisyen bir babam olsun isterdim.
Ancak maalesef yetimdim.
Babam diye hatırladığım tek şey köy kabristanının yukarı köşesinde taşlarla çevrili hüzünlü bir mezardan ibaretti. Doğal olarak, bana referans olabilecek, tanıdığım veya akrabam, hatırlı birisi yok.
Fakat, eğer gerçekten varlığına inanıyorsanız, Cenab-ı Allah’a sorun.
Ben adım gibi eminim, O kesinlikle bana referans olacaktır.

Saygılarımla,
Prof. Dr. Necati BALAMTEKİN
17 AĞUSTOS 2021