Araştırmacı şair/yazar ve akademisyen Abdullah Çağrı Elgün yazar İlyas Ali Daştan’ın kitaplarını akademik gözle değerlendirerek bilimsel bir makale hazırladı. Elgün, Daştan’ın kaleme aldığı Hayata Can Suyu kitabını Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Anton Çehov gibi büyük yazarlarla karşılaştırarak, yazarın gelecek vaat ettiğini söyledi.
Elgün tarafından hazırlanan ve yayımlanan makalede; hikayelerin teknik yapısı, olay, plan, konusu; yazım dili ve ifade çeşitleri, hikayelerin etki gücü gibi başlıklarda bilimsel bir değerlendirme yapılmıştır.
Elgün’ün hazırladığı makalenin tam metni:
Editörlüğünü Faruk DEMİREL’in yaptığı Kitap: “Ubuntu Yayınları: 64” tarafından numaralı eser olarak yayınlanıyor. Basımı: Bizim Büro, Matbaa, Ankara; Sertifika Numarası: 49059, olan kitap Birinci Basımı: Eylül, 2021, tarihi olarak veriliyor.
13.5x21 Ebatında, Karton kapak içinde, birinci hamur saman kâğıda basılıyor. Kitabın geliri, SMS Hastalarına “Can Suyu” olması “1Kitap 1Nefes” başlığı ile okuyucusuna sunuluyor.
Teşekkür sayfasında ise kitabın birinci basımına destek çıkan: Akdeniz Huzurevi Yaşlı Bakım Merkezi ile Akdeniz Medyasına teşekkür ediliyor.
Kitap toplam: 160 sayfa olup, içinde zevkle okunabilecek yirmi (20) hikâye barındırıyor:
Sekizinci sayfada yer alan: “Neden Hayata Can Suyu?” sorusuna cevap veriliyor.
SMS (Sipinal Müsküler Atrofi) adı verilen hastalığa yakalanmış çocuk, genç ve yaşlıların SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu)nun karşılamadığı bu ilacı alamamalarından doğan can kayıpları ve onlara yardım amaçlı çıkan, bu kitabın, bir nebze olsun bunlara “Can Suyu” olabilmesini umut eden, bir sayfalık temenni söylemleri yer alıyor.
KİTAPTAKİ HİKÂYELER:
Kitap “Annemin Sıradan Bir Günü” adlı hikâyesi ile başlayıp, “Tuzlayalım da Kokmasın” hikâyesi ile son buluyor:
“Annemin Sıradan Bir Günü”, “Arkadaşım Paron Salih”, “Büyükşehir Yaşam Koçu”, “Darwin’in, Yanılgısı”, “Eski Numara”, “Gazoz Kapağı”, “İçimdeki Çocuk”, “İlk Aşk”, “Kambur Ruhlar”, “Kanseri İlk Defa Yenen Kadın: Maviş”, “Kara Kedi Kâbusu”, “Kuş Yuvası”, “Küçük Pembe Kanat”, “Mayıs Potkalı”, “Orada Bir Köy Var Uzakta”, “Senli Kişiler ve Yerler”, “Son Ebe”, “Tayin Meselesi”, “Tuzlayalım da Kokmasın”
“HAYATA CAN SUYU”,
KİTABINDAKİ HİKÂYELERİN KONU ve TEKNİK YAPISI:
HİKÂYE:
Yaşanmış veya yaşanabilir bir olayı, belli kurallara bağlı olarak anlatan kısa yazılara hikâye (hikâye) denir.
Hikâyede kişiler, hayatlarının sadece bir yönüyle ele alınırlar. Olay; veya kişilere ait ayrıntılara girilmez.
Hikâyede kişi ve olay sayısı azdır. Kimi zaman olaya gerek duyulmaz. Hayatın bir kesiti alınarak hikâyeleştirilir. Bir “an” ın hikâyesi oluşturulur, “insan gerçeği” bir iki yanıyla ele alınır. İlyas Ali DAŞTAN’ın: “Tayin Meselesi”, “Orada Bir Köy Var Uzakta” adlı eserinde bu durumu görmek mümkün olmakla birlikte, kişi ve olayın ayrıntılarına kaçınılmıştır. Örnek:
“…köyümüz kartal tepesini andıran bir mevkide, kuş bakışı ovada, olup bitenleri görecek yükseklikte konuşlanmış bir Türkmen köyüydü. “İlyas Ali DAŞTAN, “Hayata Can Suyu: Annemin Sıradan Bir Günü”, s.9”
…Annem, tek can ile alternatif bir hayat biçimi düşünmeden çalışırdı. Köydeki bütün analar gibiydi. Kendi anasından gördüklerini öğrendiklerini bir nesil daha sürdürme misyonu vardı. “İlyas Ali DAŞTAN, “Hayata Can Suyu: Annemin Sıradan Bir Günü, s.9”
“Gecenin en karanlık yanı, şafağın sökmek üzere olduğu andır. Tan vakti, birazdan gürül gürül bir yaşamın Sürrealist bir muştusunu taşımaktadır. Bunu keyif için değil, her gün sorumluluk diye bilen anneme romantizm dilinde anlatamam.” İlyas Ali DAŞTAN, “Hayata Can Suyu: Annemin Sıradan Bir Günü, s.10”
Ortaçağda özellikle Hindistan’da “Bin bir Gece Masalları”yla sağlam bir hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapçadan yapılan çevrilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan hikâyeleri, masal, efsane, rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.
Bizde, 1839 Tanzimat’ın ilanını takiben dönemde, Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk Edebiyatında yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardı.
Günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri, köy odalarında sazlı sözlü anlatılan hikâyeler, tandır başı hikâyeleri, kıraathanelerde anlatılan hikâyeler, halk masalları, bu geleneğin birer belgesi olarak karşımıza çıkarlar.
VIII. IX yy. ortaya çıkan; fakat XIII. ve XIV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Oğuznâmeler, Dede Korkut Hikâyeleri, çağdaş hikâye tekniğine uygun yapısı ve kurulumu ile Türk Edebiyatını kuranların Batı’dan çok önce hikâyeyi keşfetmiş olduğunu göstermektedir.
Hikâye hayatın bütünü içinde; fakat bir bölümü üzerine konulmuş derinliği olan bir gözlüktür. Bu gözlüğün arkasında kimi zaman olay, gelişim evreleriyle; kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde, hikâye boyunca incelenir. Burada yazar, bir plana bağlı kalır. Klasik vak’a hikâyeleri dediğimiz bu hikâyelere İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyeleri ile de benzerlik gösteriyor. Bu teknik yapı, Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından yaygınlaştırıldığı için; klasik vak’a hikâyelerine:
“Maupassant Tarzı Hikâye” de denir. Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri Ömer SEYFETTİN, Refik Halit KARAY, Hüseyin Rahmi GÜRPINAR gibi yazarlardır. “Hayata Can Suyu” hikâye kitabı ile İlyas Ali DAŞTAN, bu yolda ilerlemek istemektedir.
Hikâyede, kimi zaman gözlüğün arkasından incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu tarz hikâyenin dünya edebiyatındaki temsilcisi ise Anton ÇEHOV’dur. ÇEHOV tarzı hikâyede başarılı yazarlarımız arasında Sait Faik ABASIYANIK, Memduh Şevket ESENDAL vardır. İlyas Ali DAŞTAN ise bu yolun başına ulaşmış, kendisinden ileri yürümesi beklenen, gelecek vadeden hikâyecilerden sayabiliriz.
Hikâyede Olay, Plan ve Konu:
Vak’a hikâyelerinde durum, faaliyet önem arz etmektedir. Hikâye boyunca olay çeşitli yönleriyle irdelenir. Ayrıca olayın başlaması, gelişmesi ve belirli bir sonuca ulaşması gerekir. Sonuç, okuyucuyu şaşırtmaz; olayın gelişim aşamasında yer yer, meraklandırma öğeleri görülür; düğümler oluşur; arkasından çözümler gelir. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” kitabındaki hikâyelerinde “Plan, Konu ve Olay”ı görmek mümkün oluyor.
Hikâyede Olay:
Üzerinde söz söylenen, fikir yürütülen olay; veya durumdur. Hikâyelerde yaşanmış; veya yaşanabilir olaylar ele alınır. İlyas Ali DAŞTAN “Hayata Can Suyu” hikâye kitabında bunu gerçekleştirmiştir.
Hikâyede Plan:
Hikâyede plan hikâye çeşidine göre değişmektedir. Bu tür bir olay hikâyesinde, serim(giriş), düğüm(gelişme), çözüm(sonuç) bölümü vardır.
Serim: Bölümünde olay, kişi ve kişiler genel anlamda tanıtılır. Zamana ve mekâna bağlı özellikler, olay; ve kişilere bağlı olarak verilir.
Düğüm: Yazar, hikâyede, olayın akışı içinde kişiler, zaman, yer öğelerine yönelik bilinmezler düğümünü oluşturur. Hikâyelerin hacim olarak geniş ve kapsamlı olmaması, düğüm sayısının da sınırlı olmasını sağlar. Merak öğesi olayı sürükler.
Çözüm: Olay Hikâyelerinde merak öğeleri, ana düğüm, genellikle beklenmedik biçimde çözülür. Hikâyedeki ana olay okuyucuyu etkileyecek bir sonuca ulaşır. Klasik olay hikâyelerinde ulaşılan bu sonuç sürpriz olmaz.
Çözüm bölümü, hikâyede her şeyin bittiği anlamında değildir. Birçok hikâyede, hikâyenin başlangıcı; ve sonucu, okuyucu tarafından tamamlanır.
Belli bir olay üzerine kurulmayan, anlatımın ön planda olduğu, hayatın bir kesitinin anlatıldığı hikâyelere Durum Hikâyesi denir. Kurucusu Anton ÇEHOV’ dur. Yazarın bir plan yapma zorunluluğu yoktur. Durum Hikâyelerinde serim, düğüm, çözüm düzeni, olay hikâyelerinden farklıdır. Olay Hikâyelerinde önemli ve öncelikli olan merak öğesi, Durum Hikâyelerinde kişisel ve sosyal yorumlardan, duygu ve hayâllerden sonra gelir.
Durum Hikâyelerinde belli bir düşünce güdülmez. Yazar kendi kişiliğini saklar. Durum Hikâyelerinde hikâye kahramanları tam olarak tanıtılmaz. Kişilerin hayat tarzları, zaman ve mekâna bağlı olarak, doğal anlatım içinde okuyucuya sezdirilir.
Çevre ve insana ait ayrıntılar dikkatle ve tüm canlılığıyla verildiği halde; düğümlerin çözümü belli bir sonuca ulaşmaz. Olayların ve durumların akışı, okuyucunun hayâl gücüne bırakılır. Durum Hikâyelerinde çoğu zaman olay hikâyenin bittiği yerde başlar.
Hikâyede Zaman
Zaman, hikâyenin temel öğelerinden biridir. Klasik Olay Hikâyelerinde anlatılan olay veya olaylar, zamana bağlanır. Olay belli bir zaman dilimi içinde başlar, gelişir ve biter. İlyas Ali DAŞTAN “Hayata Can Suyu”’ kitabındaki hikâyelerinde zamana bağlanmış. Belli bir zaman diliminde başlayıp, bazan bir günde bazan da günlere yayılarak bitiyor.
Hikâyenin konusuna ve yapısına göre zaman uzar veya kısalır; ancak hikâyede yılları alan bir zaman, söz konusu değildir. İlyas Ali DAŞTAN “Hayata Can Suyu”’ kitabındaki “Tayin Meselesi” adlı hiykâyede bu durum istisnadır.
Durum Hikâyelerinde, akan zamana yer verilmez. Belli zaman içinde gelişen olay ve olaylar zinciri olmadığı gibi, olaya bağlı değişen bir zaman da yoktur! İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi” hikâyesinde olaylar yıllarca sürmüştür.
Mekân:
Klasik Olay Hikâyelerinde olayın geçtiği yere mekân denir. Yazar olayın gelişimi içinde, fazla detaya inmeden, olayın geçtiği mekânı da anlatır.
Durum Hikâyelerinde mekân anlatılmaz, sezdirilir. Mekâna ilişkin verilen ayrıntılar, hikâye konusuyla bağlantılıdır. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde mekân çok renkli, çeşitli ve zengindir. Örneğin:
“Arkadaşım Paron Salih, Büyükşehir Yaşam Koçu, Darwin’in Yanılgısı, Gazoz Kapağı, İçimdeki Çocuk, İlk Aşk, Kambur Ruhlar, Kanseri İlk Defa Yenen Kadın: Maviş, Kara Kedi Kâbusu, Kuş Yuvası, Küçük Pembe Kanat, Mayıs Potkalı, Orada Bir Köy Var Uzakta, Senli Kişiler ve Yerler, Son Ebe, Tayin Meselesi, Tuzlayalım da Kokmasın” en güzel örneklerdir.
Hikâyede Kişi, Kişiler:
Hikâyede: Birinci, ikinci ve üçüncü kişi gibi sınıflandırma yapılır. Birinci kişi baş kahramandır, diğerleri ise yardımcı elemanlardır. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde kişiler: “Anne, baba, çocuk, komşular, arkadaşlar, kambur ruhlar, oyunlar, hastalıklar, köy, kasaba, şehir”, olarak görülmektedir.
Olay Hikâyelerinde: Hikâye kişileri az da olsa fizikî ve ruhî özellikleriyle tasvir edildikleri halde; Durum Hikâyelerinde, kişiler tanıtılmaz, olayla ilgili yönleri öne çıkarılır.
Hikâyede Yazım Dili ve İfade Çeşitleri:
Hikâye kişileri, günlük konuşma dilinin tüm canlılığı ile karşılıklı konuşmaktadırlar. Hikâye dilinde cümleler genellikle kısadır. Anlatım, günlük söyleyişte görülen deyim ve sözcüklerle zenginleştirilmiştir.
İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde ifade çeşitleri:
“Salih’in bir başka huyu da sürekli olarak başını soluna çevirip arkasında birinin olup olmadığını kollamaktı. Tedirgin bir yüz haliyle sanki sol yanından bir hamle gelecek gibi yaşıyordu!..” İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Arkadaşım Paron Salih, s.15”
Salih’in kafasına sopalarla vurmuşlar. Hastaneye götürülüp başına dikiş atılmış. Sonraki günlerde kafasındaki yara iyileşti; ancak aldığı darbelerden dolayı sık sık başının ağrıdığını söylüyordu… İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Arkadaşım Paron Salih, s.18”
İfade Çeşitleri
Olay ve Durum Hikâyelerinde anlatılanlar ya yazar tarafından ya da hikâye kişisi tarafından dile getirilir. Hangi durumda olursa olsun, hikâyeye, anlatıcının bakışı hakimdir. Olay ve durum, anlatıcı tarafından yönlendirilir. Anlatıcı, hikâye kahramanı; veya kahramanları adına düşünür. Hareketleri ve durumları anlatıcı yorumlar.
Görüldüğü gibi hikâyede iki türlü anlatım biçimi vardır. Hikâye kahramanı tarafından anlatılanlar hikâyelerde “birinci kişili” anlatım; yazarın ağzından anlatılanlar ise hikâyelerde "üçüncü kişili" anlatımdır. Bazı hikâyelerde bu iki anlatım biçimi, birlikte kullanılır.
“İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde ifade biçimleri kendi ağzından nakledilmektedir. Bu anlatım tarzı, “birinci kişili”, "üçüncü kişili" ve “Ben Anlatıcılı” ifadelerdir.
Hikâye dilinin zenginliği, yazarın dile hakimiyetiyle ilgilidir. Hikâye dili, yazardan yazara, ayrıca hikâye türüne ve konusuna göre değişir.
Durum Hikâyelerinde ise günlük dil kullanılır. Örnek:
“Şimdiki halimle yaşlı bir sümenim. Rengim yer yer bordoyu hatırlatır. Köşelerim delinmiş, içimdeki mukavvalar görünmektedir. Üçgen biçiminde ortaya çıkan bu mukavva parçaları tükenmez kalem ile boyanmaktan bir hal almıştır.” “İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Bir Sümenin Hikâyesi, s.20”
“Memuriyet hayatı biz sümenler için de etme bulma dünyasıdır!.. “Etme sümeni yerinden, yeni sümen de seni eder köşkünden.” Diye sümen atalarımızın bir sözü vardır! Zaten bu denli sık yönetici değiştiren bir ülkede sürekli sümen değişmesi de normaldir!.. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Bir Sümenin Hikâyesi, s.21””
MODERN HİKÂYE:
Yazarın, insanların her gün gördükleri; fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayâl ve birtakım olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye denir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz KAFKA’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun TANER, hikâyelerinde, genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla ele alır. Yazar sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer, alay katarak, olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.
İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde durum farklıdır. Köy hayatını, köydeki bir ailenin yaşayış biçimi, Dibek, Soku, Cem Evi, Yufka Arası Somun Dürümeci, Kara Lastik ve Çedik, Çerçi, Eşek Şakası, Kınalı Keklikler ve Çekirgeler, Bağ Bozumu, Peri Bacaları ve Yedi Kızlar, Harman Yeri, Buruk Dursun ve Deli Hava, Karabaş, Gazel ve Yangın, Okul, Kara Kavak, Çeşme/Pınar, Yunak, En Başı; Paron Salih, Sümen …vb. bir yığınla konular ve bunların etrafında gelişmiş anlatımlar yer almaktadır.
NOTLAR:
Türk Edebiyatında ilk hikâyeler, Samipaşazâde Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
Batılı anlamda hikâyenin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
Avrupaî tarzın ilk HİKÂYE ve ROMANCILARI Ahmet Mithat Efendi, Emin Nihat Bey, Şemseddin Sami Bey’dir.
Ahmet Mithat Efendi neşirlerinde 1870 yılında KISSADAN HİSSE, LETAİF i RİVÂYET’in ilk beş bölümü ile başlar.
1873’te başlayıp, 1875’te biten Emin Nihat Bey’in MÜSAMERETNAME’si ikinci teşebbüstür. 1875’te ŞEMSETTİN SAMİ’nin TAAŞŞUK i TALAT ü FİTNAT’ıdır.
Modern Hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise Halit Ziya UŞAKLIGİL ve Haldun TANER’dir.
Türk hikâyeciliği, ilk olarak İlk Çağ, Türkistan, Binbuda Kütüpanesi’nde bulunan Uygurca, Samoyetçe, Sankritçe, Sogutça hikâyeleridir. (Kaynanam Kara Papam Kara, İkiz Kardeş Hikâyeleri) Bunlar Anadolu’da masala ve tarihî eserlere girmiştir. Bunlar da:
Oğuznâmelerimiz,
Dedekorkut Hikâyelerimizdir.
Sonraki yüzyıllarda ise bunu:
Leylâ ile Mecnûn,
Ferhat ile Şirin,
Yusuf ile Züleyha,
Arzu ile Kamber,
Zaloğlu Rüstem
Köroğlu…vb. hikâyelerdir.
Hoşa giden, eğlendirici anlatımlar olarak gelişen hikâyeye, bu anlamıyla Homeros destanlarının ve Heredot Tarihi’nin anlatımlarında da rastlanır.
Ortaçağda özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” ile sağlam bir hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapçadan yapılan çevirilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan hikâyeleri, masal, efsane, rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.
İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabındaki hikâyelerinde geçen olay gerçek hayatın içi ve ta kendisidir.
Hikâye türünün ilk büyük başarısını XIII. Yüzyılda İtalyan Edebiyatında görüyoruz. Bu yüzyılda yazılan hikâyelerin büyük çoğunluğu nüktelidir; ancak macera hikâyeleri de az değildir.
Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebî kimliği kazandıran İtalyan Yazar Boccacio’dur. Sanatçı, Rönesans hikâyecilerini de etkilemiştir. Rönesans’tan sonra hızla gelişen hikâye XIX. Yüzyılda edebiyatın en yaygın türlerinden biri olmuştur. Aynı yüzyılda, Tanzimat’ın ilanını takiben Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk Edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneğine ulaşmasını sağlamıştır.
Bir kısmı günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri, halk masalları bu geleneğin tanıklarıdır. XIV. ve XV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Dede Korkut Hikâyeleri, Oğuznâmeler, çağdaş hikâye tekniğine yakın kurgusu ve planıyla Türk Edebiyatının bir kısım anlatımlarda Batı’dan ileride olduğunu gösteren eserlerdir. Hikâye kelimesi ilk olarak Tanzimat’ta “Roman” karşılığında kullanıldı. Bugünkü anlamda hikâyelere ise “küçük hikâye” denildi.
Haldun TANER: “Hikâyeyi romanın kısası, romanı hikâyenin uzunu sanmak bence yanlıştır; hem “hikâye”nin hem de “roman”ın ayrı özellikleri vardır. Tekniği başka işleyişi başka üslubu başka iklimi başka….” diyor.
MODERN HİKÂYE Yazarın insanların her gün gördükleri; fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayâl ve birtakım olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye denir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa Batıda görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner hikâyelerinde genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefî bir yaklaşımla irdeler. Yazar, sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer alay katarak olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.
NOTLAR:
Türk Edebiyatında ilk hikâyeler: Sami Paşazâde Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
Batılı anlamda hikâyenin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise Haldun Taner’dir.
Roman ve hikâye arasındaki farkları Dikkatten kaçırmamak gerekir. Roman nedir? Hikâye nedir? Roman ile hikâye arasındaki fark ne? Bu sorulara cevap aramak, bir mecburiyet olmuştur. Edebiyat dünyasında, biliniyor gibi görünen birçok kavram, aslında tam olarak nedir bilinmemektedir.
Hikâyeyi bu görüşle açmak ve tanımlamak yerinde olacaktır: Kelime olarak, İtalyancadan, ‘Novella’ kelimesinden gelmiştir. Türkçe anlamı ile de: ‘Yeni’ mânâsına gelmektedir.
Hikâyenin tanımı; az insanlardan oluşan, sınırlı bir periyodikte geçen, sınırlı bir çevrede cereyan eden, kısa bir kurgusal edebiyat anlatımıdır. Hikâyelerin, genellikle, “sürpriz”; ama “mantıklı” bir sonuçları vardır.
Hikâyelerin konusu, tipik olarak, tek yönlüdür. Kronolojik zaman dilimi, hızlı bir şekilde ilerler ve çok kısadır. Hem kişi sayısı hem de “çevre”, sınırlıdır. Romanda halk dili olmalıdır.
Roman, geniş hacimli, en azından bir; ama genellikle birden fazla kişiyi ihtiva eden, uzun zaman dilimini gerektiren, bir uzun kurgusal edebiyat metnidir. Kişisel gelişim üzerinedir.
Romandaki kişiler, genellikle aynı ve dar bir çevreden değil; değişik çevredendir. Roman, temel bir merkez; ama birçok eylem çeşitliliğini barındırıyor.
ANLATICILAR TİPİ (TİPOLOJİSİ, KARAKTERİ):
1.Anlatıcı Tipi (Karakteri)
Bir anlatı metni ile ilk karşılaşıldığında ilk tanışılan eleman hikâyeyi nakledendir. Burada söylenilen hususun sadece kurgulu metinleri kapsamadığı açıktır. Kurgu metinlerin sistemli incelenmesi yapıldığında da anlatıcı ya da anlatı vasıtası olarak adlandırılan lengüistik figürün büyük bir önem ihtiva ettiğini söylemek mümkündür. Roman sanatının temeli bakış açısına göre, onun problemi üzerinde yükselir. Bunu görmemezlikten gelen yazar, üzerinde durduğu temâyı ve anlamı aktarmada yeterince başarılı olamaz.
Anlatımın seviyesinin tespitinde karşılaştığımız yapıların içerisinde, kurgu anlatıların en temel unsuru olan anlatıcı, anlatıcıları hem dış anlatıcı hem de iç anlatıcı olarak görebiliriz. Bunların her ikisi de anlattıkları metin içerisinde, pozisyonlara göre iki başlık altında toplanırlar:
Şayet bir anlatıcı anlattığı hikâyenin katılımcılarından biri ise, “benzer anlatıcı” dır. Anlatıcı anlattığı hikâyenin dışında kalan, katılımcılarından biri olmadığı bir konumda ise, o taktirde benzer olmayan anlatıcı olarak isimlendirilir.
Micke Bal’in adlandırmasıyla:
Uncalı ATASEM’de “Bir Tutam Mutluluk” sergisi
A: Dış Anlatıcı
B: Karakter Anlatıcı (Sınırlı).
Diğer bir benzer ayrımla da: “Ben Anlatıcı(lar) ve “Üçüncü Kişi Anlatıcı(lar) olarak tespit etmem mümkündür.
Bu bilgiler ışığında hikâyeye yaklaştığımızda anlatıcı, bu kurgu dünyasının varlıklarından biridir. I. Tekil şahıs konumundaki anlatıcı hikâye kahramanlarından biridir. Olayları yaşayan ve anlatan aynı kişidir. Örnek:
“Malûm ülkemizde, özellikle de Kamu Kurumlarında referans olmadan, Tavsiye Kartı götürmeden bir bürokrata iş yaptırmak, kolay değil!.. Bizde her iş buna bakar. Tavsiye Kartı veya söz geçer bir referans olmayan ve taşrada çalışan bir memur belki yıllarca ilk atandığı yerde kalır…. Hatta orada unutulur. Emekli olunca memleketine dönüp ailesine öyle kavuşur!.. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi, s.147”
Altı ay geçtikten sonra eş durumundan tayin için dilekçe verdik. … Karşılıklı dilekçe ve matbu “Red Yazısı” atışmaları beş yıl sürdü…
…Umut dünyası işte. İnsan başına gelmeyince bilmiyor. Kim ne derse ona yöneliyorum.
…Memlekete döndükten sonra hanımı çalıştığı ile mecbur ediyorum. Terminalde ikimizin de gözlerinden yalar boşanıyor!.. Hanımı teselli ediyorum. İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi, s.149”
…Ellerim önümde bağlı Müdürüm Tarık Beyin ellerine atıldım.Müdür değil sanki baba…
“Bu işi olmuş bil!” dedi.
Allah sizi inandırsın. İçim nasıl huzur doldu. Adamın ellini tutup zorla öptüm… Ben bu iyiliği arkadaşlarıma anlatıp Müdürü överken, Çaycı İzzet geldi. Anlattıklarına kulak misafiri olmuş:
“Bırak Bey! O düzenbaz adamdan sana hayır yok!” demesin mi? Bütün hevesim kursağımda kaldı… İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi, s.150”
Metin aktarımında tekil I.şahıs’ın (m) kullanılması anlatıcı tipinin tesbiti için önemli bir ipucudur. Bu hikâyede anlatıcı, “ben anlatıcı”dır. Hikâyede anlatıcı tipini ele veren önemli ipuçlarından biri de, anlatıcının hikâye kahramanı ile aynı ortamda (hapishane) olduğunu belirtmesi ve onun hal ve hareketlerini gözlemleyebilmesi ve onları aktarabilmesidir.
İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: “Arkadaşım Paron Salih, Kambur Ruhlar, Kanseri İlk Defa Yenen Kadın: Maviş, Kuş Yuvası, Küçük Pembe Kanat, Mayıs Potkalı, Orada Bir Köy Var Uzakta, Senli Kişiler ve Yerler, Son Ebe, Tayin Meselesi, Tuzlayalım da Kokmasın”
Kişiye dayalı anlatımlarda anlatıcı, karakterin fizyolojik özelliklerini, genç yaşlı dış görünüş ile ilgili giyim ve kuşamına önem vermesi, eğilimleri, duruşu, bakışı, insan üzerinde bıraktığı izlenimler ve ismi verilmelidir. Bunlar anlatıcıya aktarılan önemli unsurlardır. Örnek:
“… Beş yılda bizim hanımın bütün saçları ağarmış… Benim kafam da sırmalı ayna gibi olmuş. Ben hanıma bakıyorum, o bana bakıyor. Neredeyse birbirimizi tanıyamayacağız. Beş yıl önce evlenen o genç insanlardan eser kalmamış…
Görüntü olarak, yaşlanmış ve çökmüş gibi dursak da daha yaşımız genç… İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi, s.154”
Yazar, Yani Anlatıcı Hikâye Katılımcılarından Biri Olarak:
a) Karakteri fizyolojik bakımından tanıtması,
b) Kahramanın ismi ve ailesi hakkında az çok bilgi vermesi,
c) Aktörün, öğrenmeye yani bilgi edinmeye açık olmasını söylemesi gibi unsurlar anlatıcının tipini veren önemli ipuçlarıdır.
Anlatıcı hikâye kahramanının içsel duygularını anlatmak için onun iç dünyasına inmemiş, gizli duygu ve düşünceleri anlatma yoluna gitmemiştir. Bu açıdan anlatıcı;
1- Doğrudan (bağımsız, dolaysız) konuşma aktarımını,
2-Olay örgüsünde, karakter, tasvir vb. hususlarda, “otoriter bir anlatı söylemi”ni seçmemesi vb. durumlarda anlatıcı tipi “ben hikâye si anlatıcı”dır.
Birinci (Ben hikâyesi) Kişi Anlatımcısı:
1. Anlatım Seviyesi
Hikâye, anlatım seviyesi bakımından değişik bir konumlamadadır. Bu konumlama; anlatıcının kurgu metnin bir katılımcısı olması, dolaysız konuşma tekniğinin ön planda olması ve müdahale sınırının sıfır düzeyinde olması gibi unsurların niteliklerinden anlamak mümkündür.
Hikâye:
A) Temel metin
B) Alt anlatılar (metinler)
Temel metin / çerçeve metin, anlatıcının metnidir. Anlatıcı, hikâye kahramanı olmakla birlikte, olay örgüsünü, kurgu metni nakleden kişidir. Bu durum, anlatıcının konum ve bakış açısını mekân, zaman, ritmik oluşumların yapısında değişmelere, yapısal nitelikler kazanmasına, zengin kurgusal yapının ya da tersi durumun ortaya çıkmasına ve bunların belirginleşmesine neden olmaktadır.
Olayın bir kahramanı olan anlatıcı, aktörün yaşamı, fiziksel yapısı, duygu dünyası (aşk dünyası), gelecek tasarımını kurgusal ve ritmik yaklaşımlarla anlatmıştır. Temel metnin anlatıcısı olan anlatıcı, zamanlarda yer yer sıçramalar yapmış, yer (mekân) tasvirlerinde ise başarılı değildir. Olayın geçtiği yer (hapishane), anlatıcının projektörüne hiç yansımamıştır. Tasvirler genellikle aktör üzerinde yoğunlaşmıştır.
“Bağımsız dolaysız konuşma aktarımı “Free Direct Speech) ile anlatıcı direk aradan çekilerek aktör ile alıcı aktarıcının varlığına hiç ihtiyaç duymadan iletişim kurarlar. Diyaloglarda anlatıcı, muhatap konumundadır ancak müdahil veya dolaylı bir aktarıcı konumunda değildir. Diyaloglarda belirginleşen en önemli noktalardan biri de anlatıcının “anlatıcı” konumundan çıkarak “birey”selleşmesidir: Örnek:
“…Bu arada hanımla telefonda konuşuyoruz. Aslında konuşmuyoruz. Telefonun bir uçunda o ağlıyor, diğer ucunda ben ağlıyorum!.. Artık dayanacak gücümüz kalmamış. Baktık bu işin sonu yok! Boşanmaya karar verdik. Böyle birbirimizin hayatını mahvedeceğimize herkes kendi yoluna gitsin diyoruz…Dağ dağa kavuşuyor, insan insana kavuşmuyor...” İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu: Tayin Meselesi, s.150”
Bu kurgusal yapıyı sembolize etmek gerekirse;
Alt anlatı metninin anlatı sistemi
Anlatı seviyesi kurgusal bir zenginlik taşıdığını söylemek mümkündür. Ana metin dışında, ancak yapı ve kurgu bakımından yine ana metine bağlı olan bir alt metin ortaya çıkmıştır. Bu metinde de bir anlatıcı ve bir dinleyici (muhatap) söz konusudur. Gönderici ve alıcı dışında bir alıcı daha vardır ki, bu alıcı metin dışı muhatap olmakla birlikte temel metnin ve alt metnin temel anlatıcısı üst anlatıcı (ben)dir.
DÜZYAZI TÜRLERİ:
Düzyazılar işlenen konu ve konunun işlenme tekniğine göre iki ana grupta incelenir:
A. Hikâyeleme yazıları
B. Düşünce yazıları
HİKÂYELEME YAZILARI:
ROMAN : Yaşanmış veya yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların belli bir düzen içerisinde anlatıldığı, yer, zaman ve şahısların belli olduğu uzun yazılardır.
Konularına Göre Şöyle Adlandırılır:
Psikolojik Roman,
Töre Romanı,
Macera Romanı,
Tezli Roman,
Köy Romanı,
Tarihi Roman,
Egzotik Roman,
Mektuplu Roman,
Bilim-Kurgu Romanı,
Biyografik Roman...
Etkilendikleri Edebî Akımlara Göre:
Klasik Roman,
Romantik Roman,
Realist Roman,
“Naturalist Roman" gibi adlar alırlar.
2. Hikâye (Hikâye) : Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların, belli bir düzen içerisinde anlatıldığı orta uzunluktaki yazılardır. Dünya Edebiyatı'nda hikâye türünün ilk örneği İtalyan yazar Boccacio'nun Decameron (Dekameron) adlı eseridir. Hikâye türü, Türk Edebiyatı'nda Tanzimat Dönemi'nde ortaya çıkmıştır.
Dünya Edebiyatı'nda Realizm (gerçekçilik) akımının etkisinde hikâyeler ikiye ayrılır:
a) Olay Hikâyesi:
Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Maupassant tarzı hikâye olarak da adlandırılır. Hikâye, belli bir olayın etrafında gelişir. Türk Edebiyatında Olay Hikâyeciliğinin en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin'dir.
b) Durum (Kesit) Hikâyesi:
Sovyet yazar Antony Çehov tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Çehov tarzı hikâye olarak da adlandırılır. Bu tür hikâyelerde belirli bir olay yoktur. Hayattan bir kesit sunulur. Durum hikâyeciliğinin Türk Edebiyatındaki en önemli temsilcisi Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal'dır.
HİKÂYE ile ROMAN ARASINDAKİ BENZERLİKLER:
a) Her ikisinin de yazarı bellidir.
b) Her ikisinde de giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
c) Her ikisinde de gerçek veya gerçeğe yakın olaylar anlatılır.
d) Her ikisinde de olağanüstü özelliklere sahip olmayan, normal yapıda kahramanlar (kişiler) vardır.
e) Her ikisinde de olayların geçtiği zaman ve mekân bellidir.
HİKÂYE ile ROMAN ARASINDAKİ FARKLAR:
1) Hikâye kısa ve orta uzunlukta bir yazı türüdür. Roman ise uzundur.
2) Hikâyede kişi sayısı romana göre daha azdır.
3) Hikâyede genellikle bir tek olay anlatılırken, romanda birbirine bağlı
olaylar anlatılır.
4) Hikâyede olaylar kısa bir zamanı kapsar, romanda ise genellikle uzun
bir zaman söz konusudur.
5) Romanlarda olayın geçtiği dönemin siyasî, sosyal, tarih durumu
hakkında bilgi edinilir. Bu durum hikâyelerde pek yoktur.
6) Hikâyelerde sınırlı bir mekân söz konusudur. Romanlarda ise olaylar
daha geniş bir coğrafyada meydana gelir.
KİTABA ELEŞTİRİ:
“Hayata Can Suyu” adlı kitapta yirmi hikâye yer almaktadır.
Kitap kapağında, yazarın çocukluğunun özlemi olan, bir bisiklet edinme hevesinin hayâli, resmedilmiş. Arka kapağa ise bu hikâyeden bir bölüm aktarılarak okuyucunun ilgisi çekilmek isteniyor.
Kitap Kapağın ön tarafında bir kitap ve üzerinde şişmiş bir balon, ağaçlar ve altında avuçların arasında bir kalp bulunmaktadır. Arka kapakta sadece:
“Kitapta kendine dair bilgiler bulduğunda şaşma! Seninle öykülerimiz bir değilse de ortak yaşanmışlıklara ayna tuttuğu kesindir. Anlatılanlar yaşamın suretidir!” diyerek bitirilmektedir.
Kitabın sırt kısmında ise sadece, yazarın adı ve kitabın ismi yazılmış. Çoğu oldu bittiye getirilen bu tür kitapların baskılarında, mutlaka bir eksiklik bulunmaktadır. Bu kitapta da öyle olduğu gözüküyor.
Matbaacılar, yayıncılar, eseri tashih edenler ve yazar, kitabın baskısı yapılıp kapak takılması işinde dahi gözlemci olmalı; ve kitabın kaliteli bir baskı içinde, yeniden bir tashihe gerek kalmayacak kadar doğru çıktığından emin olmalılar.
Matbaa ile koordineyi kesmemelidir. Bu konuda yazarların da işi takip etmesi gerekir. Bizde her ne sebep ise kitap yazılıp bitirildikten sonra, yazar da işi matbaacıya ve dizgiciye havale edip basılıncaya kadar matbaaya uğramıyor; halbuki bu davranış, yazarın kendi işini ehil olmayanlara havale etmiş olmasından başka bir şey değildir.
Kitap, matbaada baskıya girip kitap kapaklarının takımına kadar yazarın da yeni bir çocuğun doğumunu beklercesine meraklı olarak, matbaa ile yakından temasta bulunması gerekmektedir. Başkalarına havale edilen her iş gibi bu türde yapılan baskılarda da büyük hatalar meydana geliyor.
Kitabın arka kapağında olması gerektiği halde, yanlış algılanarak, tercihe bağlı olduğu zannedilen, kitabın konusuyla ilgili bilgi eksikliğidir. Kitabın arka kapağında olması zarurî olan; ancak verilmeyen bu bilgiler verilerek kitabın kısa tanıtımı mutlaka yapılmalıdır.
Bu kitabın konusu nedir, neden bahsetmektedir? Ne maksatla yazılmıştır? Kısa, bir tanıtım okuyucu için çok önemlidir. Böylelikle okuyucu, bu kitabın tamamı hakkındaki bilgiyi, kitabın tamamını okumadan anlaması ve bu konuya ilgi duyuyor ise kitabı alması bakımından bilgilendirilmiş olacaktır. Eğer, bu bilgi ilgisini çekerse ve konu kendisini ilgilendiriyor, merak uyandırmış ise kitap, okuyucuya: “Al beni!.” diyecektir. Aksi durum ise, kitap konu ve olaylar açısından okuyucunun ilgisini çekmediği halde, okuyucuyu kitabı almaya zorlanmış; ve onu kandırmış olacaktır. Bu ise, ne yayıncıya ne de yazara yakışan bir durum değildir.
İlyas Ali DAŞTAN’ın “Hayata Can Suyu” adlı kitabında, kitabın içinde geçen hikâyelerden birinden, bir aktarma yaparak, dikkat çekilmeye ve kitabın diğer hikâyeleri de işte böyle, denmeye getirmesi yerinde olmuş; fakat hikâyeden bir kesit sunmamıştır.
Kitabın sırtına yazılması gerek: Kitabın, nerede basıldığı, hangi il, hangi yıl olarak kapak sırtında belirtilmesi yararlı olurdu.
SANATÇININ HAYATI:
Yozgat / Çekerek / Kamışlı Köyünde 08.01.1977 yılında dünyaya geldi. Eşi de bir Kamu Kurumunda çalışan İlyas Ali DAŞTAN evli ve iki kız çocuğu babasıdır.
Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Eğitimi okuyan İlyas Ali DAŞTAN, bu eğitimin gereği olarak:
Kadın, erkek, çocuk, gençlik ile ilgili Sosyal Yardımlar; yaşlılık, engellilik alanlarında Proje Geliştirici, Uygulayıcı ve İdareci olarak çalıştı.
Halen Muratpaşa Belediyesinde Sosyal Hizmetler Uzmanı olarak çalışmaktadır.
AKEV Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümünde 2018-2020 yılları arasında, yarı zamanlı dersler verdi.
SOSYAL HAYATI:
Türkiye Okçuluk Federasyonunda Millî Hakem, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneğinde Üye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Derneği Üye, Uluslararası Af Örgütü Üye, Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikasında da üyelik yapmıştır.
SANATÇININ ESERLERİ:
1) Kuş Yuvası
2) Kadına Yönelik Şiddetin Kısır Döngüsü (Ses Öykü Özendirme Ödülü)
3) Ben Profeministim (Elephant Yayınları 2. Baskı)
4) Hayata Can Suyu
(Abdullah Çağrı Elgün)