Eğitim Aşkın’ın Peşinde Bir Ömür
Nehir Söyleşi
Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Antalya Şube Başkanı.
Emekli öğretmen, idareci, kadın hakları savunucusu.
Hayatını topluma adamış yönetici.
En çok da ailesi, arkadaşları, öğrencileri için disiplinli eğitimci…
Gözünden hiç çıkarmadığı kocaman petek gibi güneş gözlükleri, her daim yapılı saçları, bakımlı ve asil duruşu, mutluyken billur kahkahası, sinirlendiğinde kulak çınlatan asabi ve tok sesi ile dokunduğu insanların aklından bir daha kesinlikle çıkaramadığı, Antalya cemiyet hayatının en tanınmış kadın simalarından biri: Ayla Aşkın Yüksel.
Sevgili Ayla Başkanım ile Akdeniz’e nazır, Beydağlarını karşımıza alarak, orta şekerli kahve tadında geniş ovada nehir gibi akan ancak kimi zaman heyecan ile kabaran, özlemle hatırlanan anılar arasında bir yolculuk yaptık.
Her söyleşide soru sorulmaz, anlatıcının isteğine bırakıp konu seçimini, size sadece dinlemek kalır. Yaş, tecrübe, olgunluk, bilgi ne derseniz deyin her anlamda yüklü ve üstün olan Ayla Aşkın Yüksel anlattı. Ben, kendim için dinledim; sizin için ise yazdım. Bir oradan, bir buradan kimi zaman zülfü yâre dokunarak…
…
İzmir’de akademisyen bir ailede doğdu. Annesi felsefe profesörü, babası edebiyat profesörü olarak bilim dünyasının içindeydi. Eğitimci bir ailenin tek çocuğu olarak, aile geleneğine sadık kalarak akademi kariyeri olan bir eğitimci olmak istiyordu. Daha küçük yaşta kendi yaşam döngünün ana fikrini belirlemişti, dünyayı özellikle de kadınları ve kız çocuklarının hayatını değiştirecekti ve bu iş eğitim ile olacaktı.
Ankara’da eğitim fakültesini bitirdikten sonra üç ana dalda yüksek lisans çalışmalarına katıldı.
Türkiye’de her biri kendi alanında duayen olan hocalardan dersler aldı. Prof. Dr. Ziya Bursalı ile eğitim idareciliği, Prof. Dr. Fatma Barış ile metodoloji, Prof. Dr. Engin Gençtan ile klinik psikoloji kürsülerinde çok yönlü olarak kendisini yetiştirdi ve bilgi çanağını doldurdu.
Doktora çalışmalarına başlamak üzere iken Ankara’nın gri ve kurşun gibi ağır dumanlı havası sağlığını etkiledi, alerjik bir reaksiyon ile astıma doğru çevirmek üzere iken Hacettepe Üniversitenden Prof. Dr. Kemal Karagözoğlu’nun “sağlığın için burayı terk etmelisin” teşhisine uydu ve başkentteki kariyer yükselişini yarıda bırakarak İzmir’e döndü.
İçinde uhde olarak kalan olan akademik çalışma düşleri babasının şu sözleri ile gelecekteki çizgisini de belirlemişti: “Ayla, kızım bilgilerini aktarmak için akademik unvana sahip olman şart değil, toplumu değiştirmek için illa da isminin önünde bir belirtece gerek yoktur. Senin içinde yanan ışık, sen istediğin sürece etrafını aydınlatmaya yeter.”
Öyle de olmuş, Ayla Aşkın Yüksel adıyla ve doldurduğu bilgi küpüyle çok faydalı işlere imza atmıştır. Bir öğretmen ışığı ile binlerce kandili tutuşturmuştur.
İzmir’den ikinci sefer eşi için ayrıldı. Antalyalı bir avukat olan eşinin deyimi ile “her Antalyalı gibi bir gün memleketine dönmelidir” diyerek yaşamını Torosların duldasında yer alan bu kentte kurmuştur.
1976-1977 eğitim öğretim yılında Antalya’ya ataması yapılır. Tek kız olarak dünyaya gelen Ayla Yüksel, tek kız çocuğu dünyaya getirmiş ve bir tarafta kızı bir tarafta yoğun iş yaşamı Antalya’da “tek kadın müdür” olarak erkek meslektaşları içinde kendine yer edinmeye başlamıştır. Bu yer edinme çalışmaları hiç de kolay olmamışır.F
Teknik Öğretim Lisesi müdürüdür. Okulun bünyesinde anaokulu, pratik sanat bölümü vardır, geldiğinin ertesinde Anadolu Kız Meslek Lisesinin açılışını yapmıştır. Bir taraftan da kenti sosyolojik olarak analiz etmekte okulun vizyonunu daha ilerilere taşımak için kafa gücü ve mesai harcamaktadır.
Olimposlu tanrılar kentinde; deniz, kum ve güneş “turizm” diye kendisini fark ettirmekte gecikmeyecektir. Okulunun bünyesine turizm bölümü ile birlikte ön büro turizm, tekstil, yapı ressamlığı bölümünü katar ve artık erkek öğrencileri de okula kaydeder.
Dönemin milli eğitim bakanı Metin Emiroğlu ülke genelinde okul müdürleri ile bir toplantı yapar. Ankara’da yapılan bu toplantıya Ayla Yüksel de davet edilir. Yüzlerce idareci arasında Bakan Emiroğlu, adını söyleyerek ayağa kalkmasını ister. Genç bir cumhuriyet kadını olan Ayla Yüksel, heyecanla ve bacakları titreyerek oturduğu sandalyeden kalkar. Bakan, der ki: “ 293 personel ile ülkenin en kalabalık kadrosuna sahip bir okulu yöneten Ayla Aşkın öğretmenimi tebrik ediyorum, bu güne kadar en küçük bir sorun ya da soruşturma olmadan yönetimde başarıyı nasıl yakaladığını toplantıdan sonra lütfen kendisine sorun.”
Toplantı sonunda hemcinsleri dâhil bir tek idareci gelip de Ayla Yüksel ile konuşmamıştır. Meslektaşlarının haset ve kıskançlıkları onu yıldırmak, küstürmek yerine daha çok kamçılamış ve Bakan’a çıktığında Antalya iline olgunlaşma enstitüsü açmak ve ülkesini yurt dışında temsil etmek istediğini söylemiştir. O güne kadar ülke genelinde beş tane olan enstitünün altıncısını kendi bünyesinde açmaya karar vermiştir. Bakan’dan aldığı açık çek ile kente geri dönerek dönemin valisi Bahattin Güney’in karşısına dikilir.
Bakanlıkta meslektaşlarından gördüğü ilgisizliğin bir benzeri Antalya milli eğitim camiasında peşini bırakmaz.
Kadın erkek eşitliğine inanan ve bunun için var gücü ile çalışan kentin tek kadın müdürü nasıl olur da il koordinasyon toplantılarına davet edilmez. Bu kadın Ayla Yüksel olur da…
Gerekli uyarılar ve yazışmalar ile kendisi toplantılara iştirak etmeye başlar. Başlar ama erkek müdürlere daha ilk toplantılarda disiplini, dikkati ve uyarıları ile ayar verir.
Mümkün mü, onun bulunduğu ortamlarda bir müdür, öğretmen bakımsız, kravatsız, ayakkabısı boyasız karşısına gelsin. Kendi deyimi ile “kıyametleri koparır.”
Meslektaşları tarafından bir gün valiye şikâyet edilir.
- Sayın Valim, Ayla Yüksel bizi azarlıyor.
Asil bir cumhuriyet kadını Ayla Yüksel gibi olmalı diye gittiği ortamlarda kendisine övgüler yağdıran valinin cevabı manidardır.
- Hak ediyorsunuzdur!
Çünkü der Ayla Yüksel, “bir eğitimci kendi varlığı ile toplumda rol model örnek insandır, meslektaşlarına, öğrencilerine ve dahası toplumun her kesimine karşı sorumludur.”
Nitekim çocuk yaşta edindiği bu tutum ve davranışlarını aradan geçen yarım asra rağmen sürdürmektedir.
Kentte, vali tarafından da taltif görmesi onun yıldızını daha çok parlatır. Bir gün Dış İlişkiler Bakanlığından talimat gelir. İtalya’da yapılacak fuarda yöresel tanıtımlar ile turizm etkinliği yapılacaktır. Telefon edilerek valilik makamına çağrılır. Vali ile aralarında geçen konuşma şöyledir:
- İtalya’da bizi senin temsil etmeni istiyorum, Ayla Aşkın.
- Sayın Valim, ben istemiyorum, işlerim çok yoğun başka birine verin bu görevi.
- Hayır, sen gideceksin!
- Gitmeyeceğim, hem hiçbir hazırlığım yok.
Aynı gece evine gelen polisler Ayla Yüksel’in kimliğini, resimlerini, gerekli belgeleri alarak sabah uçağında yerinin ayrıldığını ve uçağa binmeden de pasaportunun hazır olacağını söylerler.
Bu olayda herhangi bir şımarıklık olmadığı ve personelinin samimi tutumunu bilen ve ona sonuna kadar güvenen valinin sergilediği özel tavır takdire şayandır. Devlet geleneklerine ve üst makamlarına asla saygıda kusur etmeyen Ayla Yüksel, aldığı bu talimat ile İtalya’da ülkesini en iyi şekilde temsil eder ve bundan sonra da yurt dışı seyahatleri ile sırtına eklenen yükler artar.
Yükleri artar, ancak o her şeyi ülkesi adına yaptığı ve geleceğe birer yatırım olan çocukları eğittiği için hiç sızlanmaz. Varsın yorulan bedeni olsun, dinlenirim bir ara, der. Ancak çalışma hayatı boyunca neredeyse hiç yıllık izin kullanmaz.
Evlilik ve aile hayatına dair…
Eşi Alanya eşrafından bir avukat. Bir toplantıda görmüş Ayla Aşkın’ı ve evleneceği kadını bulduğuna karar vermiş ancak Ayla Aşkın tarafında evlilik, aşk meşk işlerinin esamesi okunmuyor.
Alanya’da hukukçu dostu Turgut bey konuyu açar.
- Alanyalı iyi biri ile seni evlendirelim, diye takılır.
- Alanya’da benim evleneceğim adam yok, der. Şaka ile karışık.
Bu konuşmadan haberi olan eşinin cevabı da az değildir.
- Ayla hanım, daha beni görmedi!
21 yaşındaki Ayla Aşkın, yeni mezundur. İçindeki akademik çalışma isteği kor gibi onu yakmaktadır. Üniversite hayatında talebe başkanlığı ile birlikte Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerini yürütmüş ve üstelik tek kadın talebe başkanıdır. Etrafında yüzlerce erkek vardır, ancak herkes onu Çerkez asilliği ve ciddiyeti ile tanır. Yılışıklık ve yılışık insanlardan haz etmez, üstelik hayatı boyunca bu tür insanlar ona yanaşamaz.
Ankara’ya gittiğinde sonradan eşi olacak avukat da peşinden gider ve orada serbest avukatlık yapmaya başlar. Sevdalısına yanık genç avukat ,peşini bırakmaz, ilerideki müstakbel karısının.
Ayla Hanım için, el ele tutuşmak, kol kola gezmek bunlar çok uzak tiyatral davranışlardır, hiç hoşlanmaz.
Talebe başkanlığı döneminde erkek arkadaşları ile yapılan toplantılarda sergilediği atak davranışlar ve çıkışlar ile etrafında daha çok hayranlık uyandırır. Mezun olduktan sonra Samsun Veterinerlik Müdürlüğü yapan Kemal İnce kendisine şu itirafta bulunur:
- Ayla, biliyor musun? Benim kızlara, kadınlara bakış açım farklı ve feodaldi. Ama seni tanıdıktan sonra, benim değer yargılarım yenilendi, şimdi kadınlara daha saygı ile bakıyorum, der.
Etrafındaki erkeklerin toplumsal cinsiyet algılarını değiştiren Ayla Aşkın, davet edildiği üniversite çaylarına baştan pazarlıklı gider ve dans etmezdi. Çok nadir, federasyon başkanı ile açılış valsını yapar, sonra pisti başkalarına bırakırdı. Saygınlığı o denli ileridir ki onun bu ağır başlı tavrı herkesçe bilinirdi. Kaldı ki arkadaş çevresi okuyan, yazan, ülke sorunlarına kafa yoran, kadın erkek eşitliğini savunan insanlardan oluşmaktadır.
Dans, davet, şenlik eğlencelidir ancak;
Ayla Aşkın’ın tek aşkı donanımlı bir cumhuriyet kadını olarak halkına hizmet etmektir.
Ve bu yüce aşk’ın peşinde bir ömür…
…
“Hayatım boyunca hiçbir göreve talip olmadım; bana verilen her görev takdir edildi ve ben de yüksek sorumluluk bilinci ile ifa ettim.”
Çalışkanlığı, titizliği ve verilen görevi layığı ile yapmasından kaynaklı omuzundaki rütbeler ve sırtındaki işler genç yaşından itibaren artmaktadır.
Bir taraftan yaygın eğitime devam ediyor, okul öncesi programı, bir taraftan çocuk eğitimi, lise, olgunlaşma derken dört koldan fabrika gibi çalışıyor, kendi deyimi ile. Okuldaki yoğunluğuna ek olarak milli eğitim il disiplin kurulu başkanlığını yürütüyor. İldeki bütün müdür, öğretmen kovuşturmalarına bakıyor öte yandan öğretmenevi yönetim kurulu başkanı olarak da sosyal tesis işletiyor.
Işıklar Caddesinde bulunan öğretmenevi binasının alt katında yemek salonu açmaya karar veriyor. Öğretmen arkadaşları bir arada kaliteli zaman geçirsinler, sosyalleşsin, yemek yesinler diye.
Öğretmenevine gelen öğretmenlerin hadlerine mi düşmüş; kot pantolon, saç sakal karışık gelmek. Ödleri kopuyor kendisinden. Daha ilk açılışta, burada katiyen kotlu öğretmen görmek istemiyorum, öğretmenin saçı sakalı düzgün olacak, der. Çünkü diye ekler, bizler bu toplumun şekillenmesinde başta öğrenciler olmak üzere her vatandaşa iyi örnek olmalıyız.
Kapıdaki hizmetli, kot pantolon ile gelen öğretmen olursa; aman Ayla Hanım görmesin, dermiş gelenler kapıdan geri dönerlermiş. Daha şimdiye kadar, Ayla Hanım kim oluyor, lafını ya da serzenişini duymamış. Kendisini hem severler, hem sayarlar çokça da çekinirlermiş. Kendisini çok iyi ifade etmesinin yanında verdiği toplumsal mesajların doğruluğu da su götürmez bir gerçektir.
Mum dibini ışıtmaz, derler ama Ayla Yüksel’in bal gibi de dibini ışıttığını söyleyebiliriz. Ona göre topluma insan kazandırmak kadar önemli bir görev yoktur. Kendisini aydın sınıfına koyan eğitimli her insanın ülkesine karşı en temel vazifesidir.
Onun eğitimci yanı tam adanmışlık halidir. Toplumun her kesimine; uzak yakın demeden, şehirli köylü ayrımı yapmadan, amir memur demeden elinin uzandığı herkese bir şekilde dokunmaktadır.
Çalıştığı yıllarda mahiyetinde bulunan okuryazar dahi olmayan hizmetlilerinin eğitimlerini tamamlamalarını sağladı. Çoğu lise mezunu oldular. İçlerinde üç tanesi de üniversiteyi bitirdi.
Bir cemaatin etkin olduğu kız yurdunun müdürü kendisini ziyaret eder. Yurtta kalan kızların meslek lisesine gelmesini, pratik sanatlarda, yemek atölyesinde, resim teknolojisinde bir şeyler öğretmesini ister. Tek şartı, okula başörtülü giremezlerdir. Yurdun mesul müdürü matematik öğretmeni Mustafa Tıkmak, kendisi için Ayla hanım, bizim pirimiz, böyle ilkeli bir kadın görmedim, dermiş gıyabında sohbet ederken.
Üç yıl boyunca, yurdun öğrencilerine pratik sanatlar yanında hayata dair dersler de verilmesini sağlar. Çocukların derslerine giren öğretmenler ile özel toplantılar yapar, içlerinden iki tanesini dahi olsa kazanmak adına, ne yapılması gerekiyorsa yapalım istemektedir. Sonunda istediği olur, bu çocukların içinden iki kızı ikna edip ortaokul, lise derken üniversiteye kadar gitmelerini sağlar. Ayla Yüksel için iki kardelen okumuş, iki denizyıldızı kurtulmuştur.
Kız çocuklarının çekinik halleri, baskılanmış davranışları, hayata dair korkakça bakışları… Bu durum bir kadın olarak kendisini derinden etkiliyor daha çok çalışma adına da kamçılıyordu. Varlıklı bir ailede tek çocuk olarak yaşasa da toplumsal zorlukları, yoklukları yüreğinde hissediyordu.
Bir gün Kenan Evren gelecek…
Türkiye Tanıtım Vakfı’nın ödül töreninin Antalya’da yapılması planlanmış. Cumhurbaşkanı, bakanlar, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi dev kuruluşlar, ülkenin ileri gelenleri davetli. Vali çağırır:
- Müdriye hanım, bu protokol görevini siz yapacaksınız.
- Sayın Valim, ben ildeki protokolü biliyorum, devlet protokolünü bilmem.
- Öğren efendim, der. Ara Ankara’yı Protokol Başkanlığını ne gerekiyorsa öğren.
- Sayın valim yapamam.
- Müdriye hanım, (Vali kızdığında müdriye kelimesini daha vurgulu söyler) Sizin bu işin üstesinden geleceğine güvenim tamdır, der ve görevi kendisine verir.
Görev insanı Ayla Hanım, sızlanmayı, şikâyet etmeyi sevmez; çözüm odaklı derhal çalışmalara başlar. Cumhurbaşkanlığı, meclis, başbakanlıkla görüşür, devlet protokolü nasıl olacak, bakanlıkların oturma düzeni, hassasiyet gösterilecek detaylar gibi konuları öğrenir.
Program günü yaklaşırken, Vali bir daha arar:
- Müdriye hanım, bir şey söylemeyi unuttum. Öyle gelişi güzel fincan, tabak çanak istemiyorum, der.
- Sayın valim, kristal bardaklar, gümüş tepsiler buldum, merak buyurmayın.
- Hahaha, diye bir kahkaha atar. Sen benim yüz akımsın. Ama şunu bil, Kenan Evren ıhlamur, ada çayı, kahve, çay içebilir; bunların hepsini de hazır bulundur. Ne isterse anında onu ikram edin.
Kenan Evren, programın sonuna kadar kalır. Ayla Hanım, ortalarda dolaşıyor, sağa sola talimatlar yağdırıyor. Bacakları heyecandan titriyor, yorgunluktan ölüyor ama kimseye belli etmeden vazifesini yerine getiriyor. Türkiye’de protokol işlerine bakan bir kadın olmadığı için de doğal olarak dikkat çekiyor. Devlet erkanını en küçük bir aksama, sürçme olmadan ağırlıyor ve haklı övgülere mazhar kalıyor.
Aynı gün, Turizm Bakanı Mesut Yılmaz çağırıyor. Ara Güler, sizin okulunuzda çekim yapacak, turizm alanında tanıtım yapmak için Türkiye takvimi oluşturacak, kendisine gerekli desteği ve kolaylığı gösterin, talimatını verir.
Ertesi gün sabahtan akşama kadar idaresinde bulunan olgunlaşma enstitüsünde usta fotoğrafçı ile çekimler yapılır. Her fedakârlık, emek ülkemiz adına. O takvimler yurt dışına gitmiş ve büyük beğeni toplamıştır.
Turgut Özallı dönemler…
Ülke genelinde Semra Özal etrafında bir kadın hareketi başlamıştır. Papatyalar diye adlandırılan kadınlar vakıf kuruyor, bu vakıflar aracılığı ile cemiyet hayatında kendilerini ifade ediyorlar.
Antalya kalburüstü kadınları da papatya hareketinde yarış halindelermiş. Ayla Hanım sonradan öğreniyor. Gülerek anlatmaya devam ediyor.
Okulda odamda oturuyorum. Bir telefon, telefonun öteki ucunda valinin özel kalem müdürü, Vali bey sizinle görüşecek diyor. Vali, telefonda bunalmış bir ses tonu ile konuşuyor.
- Müzedeyim, acele gel.
- Hayrola, Sayın Valim, dedim.
- Ben bu kadınlarla başa çıkamadım, papatyalar birbirine girdi, derhal geliyorsun.
Emir büyük yerden, gittim. Valiye çıkardılar.
- Bu kadınlarla konuş, ne yapacaksan yap, dedi. Yoksa ben bu vakfı kurdurmayacağım, sonra siyaseten benim başımı yiyecekler.
Vali, toplantıyı Ayla Hanıma emanet edip, kadınların arasından kaçarcasına gitmiş.
Kısa bir gözlem yapar. Antalya cemiyet hayatından tanıdığı varlıklı, zengin ne kadar kadın varsa buruda. Vali yardımcıları, doktorlar, mühendisler, siyasetçiler… Salonda eller havada, neredeyse kavga edecekler, birbirlerine girecekler. Herkes konuşuyor, kimsenin kimseyi dinlediği yok.
Bir kürsü koymuşlar, kürsüye geçer.
O bilindik tok sesi ile konuşmaya başlar. Bir anda salon sessizliğe bürünür.
- Beni tanıyorsunuz, sayın valim toplantıyı geçici olarak yönetmem için beni görevlendirdi. Öncelikli olarak, vakıf yönetiminin geçici divanını oluşturmak, arkasından da başkanı seçmek gerekir, dedim. Yönetim kurulu ve başkan seçiminden sonra görev dağılımı yapılacaktır.
Doktor Güler Akın elini kaldırır.
- Ben başkan olmak istiyorum, dedi.
- Öyle, ben istiyorum demekle başkan olunmaz, önce aday olun, arkasından seçim yapılsın.
Aday olmak isteyenlere çağrı yapıp, divana adlarını kayıt ettirmelerini söyler. Tahtaya adayların adlarını yazdırır. Oylama sonucu, demokratik bir seçimle kazasız belasız papatyalar vakfını kurdurur. Çok istemelerine rağmen yönetime girmez.
Onun yapacak işleri vardır.
Bir gün okulda toplantı sırasında bir konuşma geçer. Alanya’da merkez ve köy okullarında hiç Atatürk resmi yok, çok geri koşullarda eğitim yapılıyor. Bunu duyan Ayla durur mu? Damarlarında ki asil kan hızla akmaya, kalbi çarpmaya başlar.
Milli Eğitim Müdürüne çıkar:
- Bana, bir araba tahsis eder misiniz?
- Ne yapacaksınız, arabayı Ayla Hanım.
- Alanya’ya gideceğim, orada pratik sanat okulu varmış, incelemelerde bulunup kız meslek lisesi açılması için bakanlığa teklif edeceğim.
- Olur, der. Ayla Yüksel ile pek takışmak istemediğinden.
Alanya’ya doğru yola çıkar. Yanında bir arkadaşı ile birlikte. Resmi olarak belirtilen görevin dışında onun özel gündemi vardır. İlçede ve köylerde ne kadar okul varsa dolaşır. Atatürk, onun en hassas noktasıdır. Nasıl olurda, bir okulda Atatürk olmaz, nasıl olurda cumhuriyetin öğretmenleri Atatürk’ü çocuklara göstermez.
Bir okulda, sınıflardan birinin kapısını açar girer, ilkokul birinci sınıfta ders işleniyor. Erkek öğretmen ayakta ders anlatıyor. Kapıda Ayla Hanımı gören erkek öğrenciler sıralarına doğru başlarını eğerler. İçeriye giren kadının yüzüne bakmak istemezler.
- Bu nedir, hocam, diye sorar şaşkınlıkla.
- Sizden utandılar, cevabını alır.
- Ne münasebet!
- Kadını görünce günah diye bakmıyorlar, buralarda böyle diye konuşmasını sürdürür, öğretmen.
- Bana bak, biz mağara devrinde değil, cumhuriyet döneminde yaşıyoruz. Hani nerde sınıfında Atatürk resmi, diye sorar.
- Daha asmadık!
Arkadaşına, derhal bunun adını soyadını not edin, der ve sınıftan çıkar. Kendi kendisine soruyor. Böyle bir cesaret olur mu, hiçbir yetkim yok, bana verilen resmi görev yok. Milli eğitim müdürü değilim, müfettiş değilim!
Ama o, Ayla Aşkın Yüksel.
Okulları gezdikten sonra muhtarları dolaşır, onlarla konuşur. Görüşmeler yapar. Dönünce kapsamlı bir rapor hazırlar ve valiye sunar.
Raporu okuyan vali telefon sarılır:
- Ayla Hanım hazırlan, Alanya’ya gidiyoruz.
Özel kalemin anlattığına göre vali raporu okuduktan sonra küplere binmiş. Alanya kaymakamını arayarak orada ne kadar müdür, muhtar, imam varsa toplamasını istemiş. Alanya’nın bütün bürokrat ve ileri gelenleri lisenin toplantı salonuna toplanmış.
Toplantı salonu hıncahınç dolu. Vali sahneye çıkmış. Daha önceden isteğine göre sahneye bir kara tahta konmuş. Ayla Yüksel’i de sahneye çağırmış.
Kara tahtanın başına geçip Kurtuluş Savaşını en ince detayına kadar biraz da resimleyerek anlatmış. Atatürk olmasaydı diyerek başlamış ve bu güzel vatanın yaşanmaz bir yer olacağını anlatmış. Atatürk’ün kadınlara verdiği değeri, kadınların kendilerini geliştirip meslek sahibi olmaları için verdiği mücadeleyi her kelimenin üstüne basa basa anlatmış.
Sonra sahnede Ayla Hanımın elini tutarak;
- Bakın, demiş. Karşınızda bir cumhuriyet kadını duruyor. Biz Ayla Aşkın gibi kadınlar ile buralara öyle bir Atatürk sevgi tohumu ektik ki, hiç kimsenin bunu söküp atmaya gücü yetmeyecek. Bir daha geldiğimde Atatürk’süz okul görmek istemiyorum, der ve Antalya’ya dönerler.
İşte böyle bir kadındır…
Mücadeleci, hiçbir zorluğun karşısında yılmadan sonuna kadar giden özelliğini ailesinden ve Çerkez genlerinden almıştır.
Ailenin tek kız çocuğu kendisidir. O halde bile İzmir Kız Lisesinde yatılı okutulmuştur. Babasına göre disiplin ve yatılı hayatı bir insanın kişiliğini önemli ölçüde kuvvetlendirirdi. Nitekim de öyle olmuştur.
Babası, hiçbir gün Ayla Yüksel’i karşısına alarak; sen kız çocuğusun, davranışların şöyle olmalı, aman bunlara dikkat etmelisin diye uyarılarda bulunmaz.
Ayla Hanım kızı dünyaya geldikten sonra, kahvaltı ederlerken babası der ki; “seni o kadar rahat büyüttüm ki, kız evlat büyütmek zordur derler ama sen hiçbir gün beni üzmedin. Evladım olarak sana teşekkür ederim,” der.
Çok duygulanır, evlat olarak kendisine layık görülen bu teşekkür karşısında. Hayatı boyumca aldığı en değerli takdirdir.
Ailesinden özellikle babasından öğrendiklerini kızına uygular. Tek çocuk olarak asla kızını şımartmaz. Elindeki bebek eskimeden yenisi alınmaz, der. Ona göre her istediği alınan çocuk doyumsuz olur ve doyumsuz çocuk hayatta asla mutlu olamaz. Bu yüzden şimdilerde otuz yaşında olan kızının en küçük şeylerden mutlu olduğunu görmek Ayla Yüksel’in önemli bir başarısıdır.
Kendisi gençliğinde, at binen ve hentbol oynayan biri olarak spor bir insanın hayatında mutlaka olmalıdır diyerek kızını tenise, basketbola yönlendirmiştir. Başıboş olmasın bir meşguliyeti olsun diye. Aynı şey kızından çocuklarına devam ediyor. Torunları profesyonel olarak basketbol sporunda kariyer yapıyorlar.
Eğitimci olarak çok gören birisidir. Sistemde bir yanlışlık olduğunda fark eder. Planlama konusunda çok hassas davranır. Bütün alternatifleri hesaba katar müthiş bir eylem planlayıcısıdır. Çalışma arkadaşlarını bu plana dâhil ederek başarı için kanalize eder. Şayet, görevini yapmayan biri olursa onunda canına okur. Böyle bir yöneticidir.
Kadın olarak iş hayatında birçok zorlukla, ayrımcılıkla karşılaşır ve bunlarla tek başına mücadele eder. Yasaları bilmek, açık vermeden çalışmak ve düzenli bir aile hayatı insana başarıyı getirir. Ben bizzat yaşayarak gördüm, der kendisiyle ilgili sırrını söylerken.
Sosyal adalet kavramına inanır. Torpil, kart vizit, hatır gönül işlerini asla tasvip etmez. Tanınmış işadamlarından Hulusi Bey diye birisi, kendisinden emin, her istediğinin yapılmasına alışkın tavrıyla, yanında küçük çocuk ile çıkar gelir. Müdür odasında, görüşürler.
- Torunumu anaokulunuza almanızı rica ediyorum, der Hulusi bey.
- Neden, daha önce gelip müracaat etmediniz, kayıtlar doldu, alamam.
- Almanızı istiyorum, gerekirse valiye çıkarım, diye gözdağı verir.
Oturduğu koltuktan yavaş yavaş ayağa kalkar, sinirlenmiştir
- Bana bakın, kim olduğunuz beni hiç ilgilendirmiyor. Kayıtlar doldu, noter huzurunda çekiliş yaparak sınıfları belirledim. Siz değil feriştahı gelse almam, diyerek Hulusi beye kapıyı gösterir.
- Ben yaptırmasını bilirim, diyerek söylene söylene gider.
Hulusi bey, dönemin Valisi Bahattin Güney’e çıkmış. Şikâyet etmiş, kendisini odadan kovduğunu söylemiş ve torununun anaokuluna alınmasını rica etmiş. Vali dinlemiş dinlemiş ve özel kalem müdürünün kendisine aktardığına göre aralarında şu konuşma geçmiş.
- Hulusi beyciğim, Ayla Hanım’a torpil sökmez. Ben sana bir şey söyleyeyim mi, biz o kadınla baş edemeyiz, en iyisi sen git başka bir yerde çözüm ara, demiş.
Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de çalışan, başarılı, bir duruşu sahip kadınlar hemcinsleri hem de karşı cinsleri tarafından kabul görmüyor. Ayla hanım için de durum bundan farksızdır ancak o asla inandıklarından taviz vermeden dimdik durmaktadır.
Şimdilerde, siyasetçi olarak değil ama sivil toplumda çok faydalı işlere imza atan bir aktivist olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Sivil toplum örgütlerinde çalışmaya Türk Kadınlar Birliği ile başlar. Arkasında Soroptimistler Derneği ve şimdi içinde bulunduğu Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Antalya Şube başkanı olarak yola devam ediyor.
“Belki üniversiteye intisap etseydim, toplum içinde bu kadar etkin olamazdım.” Bir daha dünyaya gelsem yine eğitimci olmak isterdim derken hiçbir yorgunluğu, pişmanlığı yok.”
Ayla Aşkın Yüksel, bugün 70 yaşında ama 18 yaşında bir genç kız hevesi ve heyecanında…
SON SÖZ
Ayla Aşkın Yüksel, sizi tanımak büyük şeref…