dastanilyas @ gmail.com

İlk tanışıklık…

Televizyon ile olan ilk tanışmamız, İskoçyalı mühendis John Logie Baird’in televizyonu icadından tam altmış yıl sonra oldu. O zamanlar beş yaşındaydım, bacağımda kısa pantolonum vardı. Zamanım arkadaşlarımla birlikte köy meydanında çember çevirerek, sapanla kuş avlayarak ve derelerde çimerek geçiyordu. Şehrin ne olduğunu bilmiyor, dünyayı bizim köyden ibaret sanıyordum.

Ekonomik durumu bizden iyi olan olan komşumuz Musa Emmi’nin siyah beyaz televizyonu köye getirip, meraklı onlarca çocuğun kocaman açılmış gözü önünde, evinin toprak damında upuzun ardıç direğinde sallandırdığı çatallı anten ile köyde bir numara oluşu ile köyümüzün elektrik ve elektronik tarihi kitabında yeni sayfa açılmış oldu.

Camlı kutuda siyah beyaz noktalar arasında kıpırdayan görüntülere şaşırır, Musa Emmi’nin oğlu, televizyonun tek varisi sidikli Ellez’in, köy meydanında şişinerek gezinmesine illet olurduk. Ellez ile arkadaşlığı bozmanın faturası pahalıya mal olurdu. Zaten, televizyon evlerine girdiğinden beri sidiklinin halleri pek değişti. En küçük şeyden alınır oldu. Nazlanması arttı, doyumsuz bir çocuk oldu. Artık, köy çocukları arasında ona Sidikli Ellez diye hitap eden çocuk kalmadı.

Ellez’e taşınan tornet, misket, gazoz kapağı ve aşık kemiğinin haddi hesabı yoktu. Bütün oyun araç ve gereçlerimizin tek dağıtıcısı o olmuştu. Her gün yeni şeyler vermek zorundaydık, akşama televizyon izlemek için gerekli olan geçiş vizesini almak için. Ellez’in annesi Esma Teyze de sidikli oğlunun çocuklar arasındaki bu hükümranlığını anlamış olmalı ki oğluna yaltaklanmayan çocuklara televizyon izleme ambargosu koyardı.

Benim durumum da diğer çocuklardan farklı değildi. Ellez ile olan arkadaşlığımız televizyon öncesi ve sonrası diye ikiye bölündü. Televizyon gelmeden önce Ellez’i hiç sevmez, sık sık kavga eder; kimi zaman ağzını burnunu kanatırdım. Ama televizyon geldikten sonra durum değişti. Artık, Ellez köyde en yakın arkadaşım olmuştu. Hatta, Ellez’in hamiliğini üstlenmiş, benden birkaç yaş küçük olan Ellez’e dalaşanlara karşı gönüllü korumalığını yapıyordum. Bu şekilde, akşamları televizyon başında yanyana oturmamızı garantiliyordum. Esma Teyze’nin, ‘geç oldu evinize dağılın’ diye çocukları evden kovaladığında Ellez’in yanında kalan ender çocuklardan biri ben oluyordum.

Televizyon sadece çocuklar arasında değil, yetişkinler arasında da vazgeçilmez bir tutku haline gelmişti. Musa Emmilerin evinde televizyon sayesinde sürekli birileri olurdu. Musa Emmi’den cesaret alan diğer köylüler de birer ikişer televizyon almaya başladılar. Her hafta pazar alışverişi için kasabaya giden köylüler, kucaklarında televizyon ile dönüyordu. Toprak damların üzerinde gökyüzüne uzanan antenler çoğalmaya başladı.

Televizyon, önce köy meydanında toplanıp sohbet edenleri dağıttı. Ardından, uzun kış geceleri bir araya gelmeler sona erdi. Köyümüzün ve köylümüzün renkli, hareketli, hoşsohbet, konuşkan havası sis gibi dağıldı yerine ekranlara kilitli yeni tip kişilikler bıraktı.

Sosyolojik olarak üzerinde araştırma yapılması gereken bir konu; köydeki çocukluk yaşantımız televizyonun etkisi ile değişti. Musa Emminin köye getirdiği televizyon ile asıl eğlencemiz olan oyunları bir kenara bıraktık. Harman yerinde oynadığımız çelik çomak, saklambaç, kovalamaca, uzuneşek gibi oyunların yerine koyduğumuz televizyon hiçbir zaman sadık bir oyun arkadaşı olmamıştır. Televizyon kapandığında ya da program bittiğinde arkadaşlığımız da sona ermiş oluyordu. Televizyon ile arkadaşlık geleneksel oyunlarımızı unutturuyordu.

......

Televizyon ve Sidikli Ellez’in hayatıma girişinden bu yana otuz yıl geçti. Ellez, en yakın dostlarımdan biridir. Ama aptal kutusu diyeceğim televizyon için aynı şeyi söyleyemem

Televizyon ve etkileri

Televizyon hakkında bugüne kadar yazılan birçok yazı ve makale vardır. Bu yazılarda televizyonun yararlarından çok zararları dile getirilmektedir.

1968 yılında televizyon ülkemize girmiştir. Kırk yıldır hayatımızda başköşeyi alan televizyon toplum olarak birçok alışkanlığımızı da değiştirmiştir. Yediden yetmişe her insanın günlük yaşamının önemli bir kısmı televizyon karşısında geçmektedir.

Geçmişte yapılan bir araştırmanın oldukça düşündürücü bulgusunu paylaşmak istiyorum: “Amerikalıların günde ortalama 3 saat 59 dakika ile birinci sırada yer aldığı televizyon izleme sıralamasında, Türkiye 3 saat 36 dakika ile ikinci sırada yer alıyor.” Bugün, televizyon izleme oranının Türkiye için günde 5 saat olduğundan söz ediliyor. Türk insanının zamanı bu kadar değersiz ve bol mudur? Yararından çok zararının olduğu belirtilen bir aygıta köle olmak, mahkûm olmak zayıflık değil midir?

Günümüzde bireylerin televizyon ile tanışıklığı henüz anne karnında iken başlıyor. Hamile kadının ekran başında geçirdiği hamilelik süreci hem kendisi hem de bebeği için zararlıdır. Doğumdan sonra da televizyon ile olan birlikteliğimiz devam ediyor. Emzirme sırasında koşullu şartlandırma yöntemi ile bebekler televizyon izlemeye koşullandırılıyor.

Bir anı…

Bir yakınımın evinde misafir olarak bulunurken, ailenin on iki yaşındaki çocuğunun davranışı dikkatimi çekmişti. Çocuk, televizyona gözlerini dikmiş, kendisine seslendiğimi duymuyordu. Annesi gülerek, oğlunun henüz oturmaya başladığı bebeklik döneminde, yastıklar ile etrafını beslediğini ve televizyonu açıp, kendisinin mutfakta yemek pişirdiğini ve çocuğun saatlerce televizyon karşısında hiç sesini çıkarmadan kaldığını anlatmıştı. Bebeklikten itibaren televizyon bağımlısı olan çocuk pür dikkat reklâmları dahi izliyordu.

Kültürel değerlerimizden olan misafir kabul etme ve misafir olma davranışları da davetsiz misafir olarak evlerimizde başköşeye kurulan televizyondan nasibini aldı. Misafirlikte hâl hatır sorulur, sohbetler edilir, çaylar içilirdi. Şimdilerde misafir olarak gidilen evlerde ya da misafir kabul ettiğimiz zamanlarda konuşacak konu bulamadığımızdan misafirin sıkılmaması için televizyon açılır ve ev sahibi ile birlikte televizyon izlenir oldu.

 

Devam edecek…