Ütücülük, kebabpçılıktan belediye başkanlığına uzanan bir yol...

Avrupada yaşayan başarılı politikacı ve sanatçılarla olan röportajımınızın ilk konuğu, Ali Gül Özbek...

Ve Yaşam Manası,  ”Durma çalış gece gündüz kârı kesfin eyle berk/Kalırsa dosta kalsın, düşmana muhtaç olma tek.” (kazandığın  Mirası, paranın ateşinde dostuna kahve pişir, dostluklara önem ver)

 

1966 yılında Elbistan Sevdilli Gölpınar Mezrası’nda doğar. Babasının adı İbrahim, annesinin adı Selver’dir. 8 kardeş olup ailenin 4.üncü çocuğudur. İlk ve orta öğrenimini Sevdilli Köyü’nde, lise eğitimini Elbistan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde tamamlar. Liseden sonra Üniversite Sınavlarına hazırlanıp Malatya İnönü Üniversitesi Kimya bölümünü kazanır. 

Üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’a gelir. İstanbul’da bir ilaç firmasında 2 yıla yakın çalıştıktan sonra İngiltere’ye gitme kararı alır. 1992 yılında Londra merkezine yerleşir. Sanki hayata sıfırdan başlar. Ütücülük, kebapçılık vb çeşitli  işlerde çalışır. 

Edebiyata ve şiire ilgisi vardır, deyiş tarzı kendi yazdığı birçok şiiri vardır. Şiirlerini 20’ye yakın ünlü sanatçı okumuştur. Ancak kendisi isminin gizli tutulmasını ister. Mütevazi yaşamı, dostluğu, dürüstlüğü, toplumuna düşkünlüğü ve inancı onu bir kat daha öne çıkarır. 

İngilizcesini geliştirmek için Brighton’a gider. Araştırmaları sonucu eczacılık okumaya karar verir. Çünkü ona göre eczacılık ile hem bilimin hem de halkın içinde olacaktır. Yöremiz insanlarının yoğun olarak yaşadığı Haringey bölgesinde “Med-Chem Pharmacy” adlı eczaneyi açar. Burada sadece eczacı olmaz, halkın koşacağı yardım eli olur. Gece 3’de olsa acil hastalara kapısını açar. Ona göre insana hizmet mutluluğun anahtarıdır. Türklerin yanı sıra İngilterelilerin de gönlünü kazanır.

Ali Gül Özbek, Londra’da kanserli hastalar için bugüne kadar toplanan en büyük bağışı toplayarak adını tarihe yazdırır ve “Hayata Umut Işığı Ödülü” ne layık görülür. 



Belediye Başkanı maaşlarını kanser vakfına bağışlar. Belediye Meclis Üyeliği maaşlarını ıse  iki ilkokula bağışlar. Belediyede görevleri süresince bir kuruş cebine para koymaz. 

“Eğitime yapılan yatırım en büyük yatırımdır” diyerek eğitime verdiği önemi vurgular. Önce eğitim ve sağlık şiarıyla kendi döneminde Londra’daki 33 belediyeden sadece kendi belediyesinde sağlık ve eğitimde hiçbir kesinti yapmaz. 

Ayrıca sendikaların belediye önünde eylemleri ve protestoları çok meşhurdur. Ancak Ali Gül Özbek, belediye önündeki barikat ve güvenliği komple kaldırır. Korumaları çeker. Halkın belediyesi halkla olur diyerek belediyeye “gelin bizi özgürce eleştirin” diye pankart astırır, iki de mikrofon koyar. İş o dur ki asla bir sendika gelmez ve protesto yapmaz. Haringey Belediyesi ve Ali Gül Özbek Birleşik Krallık tarihine altın harflerle ismini yazdırır.

İşçi Partisi (Labour) içinde siyasi çalışmalara katılır. 2016 yılında Londra Haringey Belediye Başkanı seçilir. Daha sonra 2019 yılında İşçi Partisi (Labour)’nden Londra Enfield Bölgesi Milletvekili adayı olur. Yöremiz kurumlarında yapılan etkinliklerine destek sağlar. Halen Londra ‘da yaşamakta olup eczacılık yapar.

Ali Gül Özbek: “En büyük yatırım eğitime yapılandır”

Tam 26 yıldır İngiltere’de yaşayan Ali Gül Özbek sadece başarılı ve çok sevilen bir eczacı değildir. O aynı zamanda Alevi kimliğini gururla taşıyan bir belediye başkanı olarak bir ‘ilk’i de gerçekleştirdi. Aynı yoldan yürümek isteyenler için en başta eğitimin önemini vurguluyor. Sonrasında işe çalışmak, başarılı olmak ve paylaşmak… Ama bir şartla, “İçinden çıktığınız toplumu, kimliğinizi, özünüzü ihmal etmeyin!”

Londra’nın kuzeyindeki Türkiyeli işletmelerinin yoğun olduğu bölgelerden Haringey’de bundan 2 yıl önce bir ilk gerçekleşmişti. Aslen Maraş Elbistanlı olan Alevi kimliği ile öne çıkan bir Türkiyeli, eczacı Ali Gül Özbek belediye başkanı seçilmişti. Görev süresini tamamlamış olsa da tam bir ‘görev insanı’ olarak ihtiyacı olan herkesin yardımına koşuyor. “Beni nereye çağırırlarsa, nerede istenirsem oraya giderim. Beni mutlu eden şeyler iş, ev, araba, para değil. Beni insanlara yardımcı olmak mutlu ediyor.” diyen Özbek’ten özellikle gençlerin öğreneceği çok şey var…

 

 Öncelikle Türkiye’den İngiltere’ye uzanan hayat hikayenizi sizden dinleyelim mi?

 1966 yılının sonunda Maraş Elbistan’ın Sevdilli köyünde doğdum. Ortaokulu köyde bitirdikten sonra sınavlara girdim ve Elbistan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ni kazandım. Mezun olunca Elbistan’daki termik santralde çalışırım, meslek sahibi olurum diye düşünüyordum. Liseyi bitirince üniversite sınavlarına girdim ve Malatya İnönü Üniversitesi kimya bölümünü kazandım. Fen bilgisi hep ilgimi çekerdi, aslında bilime karşı her zaman ilgim vardı. Kimya bölümünü bitirdikten sonra İstanbul’a geldim. Bir ilaç fabrikasında 16-17 ay çalıştıktan sonra İngiltere’ye gitmeye karar verdim. Tabii o zamanlar kardeşimin de İngiltere’de yaşıyor oluşu bu kararı vermemde etkili oldu. 1992 yılıydı. Ama İngiltere’ye gidince bir de baktım ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Bir üniversite mezunu olarak uygun görmediğim bazı işlerde çalışmak durumunda kaldım. Ütücülük yaptım, kebapçıda, dönercide çalıştım.

Bu arada mutlaka İngilizce öğrenmem gerekiyordu. Düşünsenize, bir toplumda yaşıyorsunuz ve o toplumun dilini bilmiyorsunuz. Dil iletişimdir. O zaman sizin iletişim aracınız kalmıyor. İngilizceyi mutlaka öğrenmem gerektiğinin farkındaydım. Londra’da İngilizce öğrenmenin çok zor hatta imkânsız olduğu kanısına vardım ve Brighton’a gittim. Orada bir yıl kadar yine aynı şekilde kebapçıda çalıştım.

 

Bu arada Türk Eğitim Birliği, World Univercity Service Center ile birlikte eğitimle ilgili iyi çalışmalar yapıyorlardı, özellikle mültecilerin eğitimi ile ilgili. Halkevinde verdikleri konferansa katıldım. Konferanstan sonra yanlarına gittim ve “Bana nasıl yardımcı olabilirsiniz?” diye sordum. İngiltere’de üniversite okumak istiyordum ama öyle bir bölüm bitirmeliydim ki ne bilimin dışında olsun ne de toplumun. Belki kimya alanında araştırmalar yapabilir iyi bir laborant olabilirdim ama o zaman toplumun dışında kalacaktım. Bu da beni tatmin etmiyordu. Bu konuda beni yönlendirdiler, benim için en uygun mesleğin eczacılık olacağını söylediler.

Eczacılık mesleğini seçmenizde bu yönlendirme dışında neler etkili oldu?

 Eczacılık toplumla iç içe olduğunuz bir meslek. İnsanlarla karşılıklı iletişim halindesiniz. Üstelik bilimin de dışında değilsiniz. Her yıl oturup en az 30 saat ders çalışmanız lazım. Eczacılık ruhsatınızın kalıcı olabilmesi için bunu ispatlamak zorundasınız. Bir yandan da bilimsel yayınları takip ediyorsunuz. Toplumdan da kopmuyorsunuz, bilimden de uzaklaşmamış oluyorsunuz.

Eczacılık size neler kattı?

İnsanlara yardım etmek beni en çok mutlu eden şey. Birinin işine, hayatına, rahatsızlığına yardımcı olmak… Bunu yapabildiğim zaman gerçek anlamda mutlu oluyorum. Birinin ağrısını kesebilirsem çok iyi hissediyorum kendimi. Bu meslek sayesinde insanlara daha fazla yardımcı olabilme fırsatım doğdu, doğuyor. Gece 03:00-04:00’te çok insana kapıyı açmışımdır. Başkasının eczanesinde müdürlük yaptığım dönemde bile, eczaneyi gece 03:00’te açıp ilaç vermişimdir ihtiyacı olana. Ama gecenin bir yarısı uyanmış olmak beni hiç rahatsız etmedi, tam tersi daha da mutlu etti. Daha huzurlu uyudum hep.

 

 

 VE SİYASET…

 Siyasete atılmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Ben hiçbir zaman siyasete atılıyorum demedim, zaten hep siyasetin içindeydim. Öyle bir toplum düşünün ki 40 milyon nüfusu olsun ve bir statüsü, bilinirliği olmasın. Ben şuna da inanıyorum; Alevilik devrimciliğin, sosyalizmin, paylaşımın ta kendisidir. Dışarıdan birileri bir Alevinin günlük yaşantısına baksın, ne demek istediğimi daha iyi anlarlar.

 Haringey gibi çok kültürlü bir bölgede belediye başkanı seçildiniz ve görev yaptınız. Neler yaşadınız, o dönemi biraz anlatır mısınız?

Burada belediye başkanı olmadan önce belediye meclisi üyesi olarak seçilmeniz gerekiyor. Öncelikle bir partinin en az bir yıllık üyesi olacaksınız. Zaten parti size bir yazı göndererek aday olmak isteyip istemediğinizi soruyor. Başvurunuzu yapıyorsunuz. Form üzerinden bir eleme yapılıyor, elemeyi geçerseniz tekrar bir sözlü mülakata giriyorsunuz. O mülakattan da geçerseniz birileri sizi öneriyor ve son aşamada da partinin delegeleri adayı belirliyor. Parti meclisinde seçildikten sonra da normal seçime gidiyorsunuz, yani halk sizi seçiyor ve resmi olarak seçilmiş oluyorsunuz. Başkan olduktan sonra zaten partili olmaktan çıkıyorsunuz, artık herkesin başkanısınız.

Belediye meclisine seçildikten sonra başkan adaylığımı koyduğumda, benim dışımda üç kişi vardı. Adım okunduğunda diğer adayların benim leyhime adaylıktan çekildiklerini açıklamaları beni çok onore etti, çok duygulandım. Belediye meclisindeki 57 (benimle birlikte 58 kişi var) kişiden hepsinin oyunu aldım. Tek bir kişi bile itiraz etmedi adaylığıma.

Alevi kimliğimi hiçbir zaman inkar etmedim, tam aksi “Bu iki kimliğimle buradayım” dedim. Bana “Neden belediye başkanı olmak istiyorsunuz?” diye sormuşlardı. Cevabım şuydu, “Alevi kimliğimle temsil edilmek amacıyla buradayım.”

 ROL MODEL BİR SİYASETÇİ

 Belediye başkanlığı maaşınızı kanser vakfına bağışladınız. Bunun üzerine yılın belediye başkanı seçildiniz. Tüm bu örnek davranışlarınızla özellikle gençlere rol modeli oldunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Benim için bir onurdur, şereftir. Tüm gençlerimize siyasete girmelerini tavsiye ediyorum.

 Belediye başkanlığınız döneminde karşılaştığınız en büyük sorunlar nelerdi, nasıl çözümler ürettiniz. En çok zorlandığınız konular hangileriydi?

Bizi en çok zorlayan evlerle ilgili durumlardı. Zannediliyor ki, sen belediye başkanıysan her şey senin elinde ve ne istiyorsan yapabilirsin. Bu biraz da Türkiye’den edinilmiş bir alışkanlık. Ama işin aslı öyle değil. Çünkü o makamdaysan yüzde yüz şeffaf olmak zorundasın.

Mesleğimden yani eczacılıktan gelen bir alışkanlık, gece gündüz telefonumu hiç kapatmam. Gece saat 03:00’te evinin lağımı patlayınca benden yardım isteyenler vardı. “Belediye”yi ara, hemen acil servis gelir” dedim, “Başkanım sen ara” diyor. Neyse “tamam” dedim ve aradım. Hemen gelmişler, sorunu halletmişler, evi temizlemişler. İşin en komik tarafı da, bu defa aynı kişi sabahın 06:30’unda beni tekrar arıyor teşekkür etmek için. Zaten gecenin bir vakti uyandırmışsın, iki buçuk saat sonra neden bir daha arayıp uyandırıyorsun, gün çuvala mı girdi? Neyse bunları gülerek anlatıyorum tabii şimdi. Bunların dışında pek bir sorun yaşamadım. Çünkü öyle fazla yaptırımınız yok belediye başkanı olarak.

Bir de şunu söylemeliyim ki benim dönemim, bütçe tartışmalarının en kavgasız, gürültüsüz yapıldığı dönemdi. Sendikalar pankart asmak istedi, izin verdim hatta megafon koyun dedim. Herkes gelsin, konuşsun, derdini anlatsın. Bir kişi bile gelmedi protesto için. İnsan psikolojisi işte. Eğer ben yasak koysaydım bir sür olay çıkacaktı, hiçbir şey olmasa camlar kırılırdı. Daha önce yaşanmış şeyler bunlar. 42 yıldır kavgasız gürültüsüz tek bütçe görüşmesi oldu.

Bundan sonrası için hem işe hem siyasete dair hedef ve planlarınız neler?

İş alanında yeterince bir ekip oluşturamadım, bu konuda başarısızım sanırım. Eğer yeterince kalifiye elaman olsa, birkaç eczane daha alınabilir, şubeleşilebilir. Ama şikayetçi değilim bu durumdan, halimden memnunum. Dedem yaşadığı bölgenin en zengin insanıydı ve şöyle bir vasiyeti vardı: “Benim size bıraktığım paranın ateşinde dostların kahvesini pişirin.”

İkinci vasiyeti ise şöyle: ”Durma çalış gece gündüz kârı kesfin eyle berk/Kalırsa dosta kalsın, düşmana muhtaç olma tek.” Yani diyor ki “Gece gündüz çalış, kazan. Öte yandan da kazandığın paranın ateşinde dostuna kahve pişir, dostluklara önem ver”. İşte bana miras olarak dedemden kalanlar…

Peki tekrar siyasete girmek, milletvekili olmak gibi bir düşünceniz var mı?

Benim kapım açık ama halk beni gönderirse, layık görürse tabii. Bu, hem Avam Kamarası hem Lordlar Kamarası için geçerli.

Britanya’da yaşayan Türk toplumu, özellikle Aleviler açısından gelecekle ilgili neler söylemek istersiniz?

Beni nereye çağırırlarsa, nerede istenirsem oraya giderim. Beni mutlu eden şeyler ev, araba, para değil. Beni insanlara yardımcı olmak mutlu ediyor. Toplumumun adamıyım, görev adamıyım. “Ne paraya ne de meşhur olmaya ihtiyacım var, bir kuruş almayacağım belediyeden” dedim ve öyle de yaptım. Meclis üyeliği maaşımı da iki okula bağışlamıştım. Halen belediye meclisi üyesiyim ve aldığım maaş Kanser Vakfı’na gidiyor. Bir kuruş almadım, almayacağım da çünkü bu sözü kendime verdim.

Belediye başkanlığı yaptığım dönemde en çok duygulandığım bir an vardı. Terfi edilen polislerin isimlerini açıklamak için beni kürsüye çağırdılar. İngiltere’de ilk kez bir Alevi belediye başkanı terfi sertifikası verdi polislere. Anons şöyleydi: “Şimdi İngiltere”de seçilmiş ilk Alevi belediye başkanını polislerin sertifikalarını vermek üzere kürsüye davet ediyoruz.” Bu, beni nasıl onore etti inanamazsınız.

Her yıl 10’uncu ayda ulusal şehitleri anma günleri olur. O gün de her dinin temsilcileri çağrılır. Her biri ayrı ayrı duasını yapar. Papaz, imam, haham hepsi geldi. Müslümanları temsilen imam Arapça kuran okudu. Bir de Alevileri temsilen İsrafil Erbil vardı, o da bir gülbenk okudu ve İngilizceye çevrildi. Aleviliğin farklı bir inanç olduğu resmi kayıtlara geçilmiş oldu böylece. Bu da beni çok mutlu eden anlardan biridir.

Bir gün de Dinlerarası Diyalog Platformu ile birlikte, Yahudi katliamını protesto için bir sinagoga yine Alevi temsilcileri çağırdım.

Yahudi katliamını protesto için Dinlerarası Diyalog Platformu ile beraber Alevileri yine ayrı çağırttım. Sonuçta bir inanç olarak Alevilik, farklı Müslümanlıktan farklı. Soas Üniversitesi’nin dekanının şu cümlesi beni çok etkiledi: “Eğer Yahudi olarak doğmasaydım Alevi olmayı tercih ederdim”. İşte bunlar parayla satın alınabilecek şeyler değil…

Burada yaşayan Türklere dönecek olursak, öncelikle ciddi bir ekonomik güç kazanımlarını olduğunu söyleyebilirim. Özellikle hizmet sektöründe iyi konumdalar.

 

Önümüzdeki süreçte sağlık alanında da benzer gelişmeler olabilir mi?

Ben isterim ki herkes doktor olsa, sağlıkçı olsa keşke! Sağlıkçı olarak az kişiyiz. Bu konuda her türlü destek olurum, gerekirse içinde de yer alırım. Aslında ihtiyaç da var. İyi bir hastane gerekli.

 

Yaşadıklarınızdan ve tecrübelerinizden yola çıkarak iş hayatında henüz yolun başındaki gençlere ve genç girişimcilere neler önerirsiniz?

Eğitim çok önemli. Yaptığınız işin eğitimini almış olmak ve kadrolu bir işte çalışmak. Ayrıca herkes çocuklarının kendi kültürünü almasını sağlamalı, entegrasyonu da ihmal etmeden tabii. Altını çizerek söylüyorum, en büyük yatırım eğitime yapılandır. Çocuklarına maddi servet bırakmayı amaç edinen ailelerin çocukları okumuyor. Ama çocuklarına eğitim vaat edenlerin çocukları okuyor. Çocukların, gençlerin eğitimi için hiçbir şeyi eksik etmemeliyiz.

İş hayatında başarı için gençlere öncelikle kendi tanıtımlarını iyi yapmalarını öneririm. Ama içinden çıktıkları toplumu, kimliklerini, özlerini ihmal etmesinler. Başarının sırrı bu. Başarı toplumla paylaşıldığı sürece önemlidir. Aksi takdirde bireysel başarı olur, benim açımdan hiçbir önemi yoktur. Yani şunu söylemek istiyorum; başarınızı toplumun hizmetine sunun ki toplum da sizi bir yerlere taşısın. Ezilen, ötekileştirilen bir toplumun sürgündeki evlatları olarak birbirimize sahip çıkmanın, toplum değerlerine önem vermenin paha biçilmez olduğuna inanırım. Onun için çalışın, başarılı olun ve paylaşın!

 

 

Röportaj: Ulviye Küccük